En Kötü Durumlara ve Olumsuz Sonuçlara Hazırlıklı Olmak
On yıl sonra maddi ve manevi olarak hangi aşamada olacağımızı biliyor muyuz? Bırakalım on yıl sonrasını yarınımızın planladığımız gibi olacağının zerre kadar garantisi var mı?
Hayır, yok. Üç dakika sonrasının bile nasıl olacağının bir garantisi yok. Yaşamımızda olumlu ve olumsuz her an her şey olabilir.
Yaşamımızda her an her şey oluyor da.
Bazı şeylerin sonuçlarını daha yakıcı yaşıyoruz, bazılarını daha az hissediyoruz, bazıları direkt olarak mevcut yaşamımızı alt üst ederken bazıları da daha az etkili oluyor.
Sonuçta yaşamımızda bizlerin iradesi, çabası, gayreti, çalışması dışında pek çok şeyler gelişmekte, yaşamımıza yön verip bizlerin ruh, duygu, düşünce alanlarını şekillendirmektedir.
Keşke hayat istediğimiz, planladığımız, arzu ettiğimiz gibi akıp gitse. Keşke şu kısacak ömürde gülümsemelerimiz daim, sevinçlerimiz sonsuz, kahkahalarımız volümlü, dostluklarımız ebedi, ayrılıklar kavuşmalı olsa...
Keşke hüzünlerimiz anlık olsa, acılarımızın izleri silinse, kederimiz sevincin yanında deryada damla olsa...
Kısacası hayat anlam ve mutluluk dolu olsa.
Oysa öyle olmuyor. Kaygılar, kederler, yenilgiler, çaresizlikten sıkılan yumruklar, kendini ifade edememenin sonucu kenetleninceye kadar sıkılan dişler, anlayışsılıklar, parasızlık, ötelenmişlik, kendi yurdunda gurbetlik ve daha sayılmayacak nice nice olumsuzluklar...
Bütün bunlar hayatın bir gerçeği. Kabul etmek istemesek de her an yaşamakta olduğumuz, her an yaşamakla karşı karşıya olduğumuz acıtıcı gerçekler.
Peki ne yapacağız? Nasıl bütün bu kaygılarla, yenilgilerle, ayrılıklarla, anlayışsızlıklarla, parasızlıkla mücadele edeceğiz?
Şüphesiz ki her şeyin bir çaresi vardır. Yoksa bile mutlak bir yerlerden ne edip bir çare bulup üretmek gerekiyor. Çünkü yaşam değerli, yaşam güzel.
Yaşam, yaşanması gerekendir.
Ne yapacağız? İlk başta yapmamız gereken hayatın gerçeklerini kabul etmemizdir. Yok sayamayız bu gerçekliği. İnkar etsek, yok saysak bile yok olunmuyor bu acıtıcı gerçekler. Onun için her an her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor.
En çok neden korkuyoruz? Mesele gecenin bir yarısı telefonumuz uğursuz bir şekilde çalabilir ve biz güzelim uykumuzdan ağlayan bir ses ile uyandırılabiliriz.
Belki en sevdiğimizi, oğlumuzu-kızımızı, annemizi-babamızı, eşimizi, dostumuzu kaybetmişizdir. Bu durum herhalde insanı en çok yaralayan, çaresiz bırakan durumların başında geliyor. Yani bir yakınımızı, amansız ve zamansız bir şekilde kaybetmemiz demek bizler için o an yıkımların en büyüğüdür. Dilimizin tutulduğu, yüreğimizin ağzımıza geldiği, ellerimizin tutmadığı, ayaklarımızın bir adım dahi atacak gücü bulamadığı, beynimizin kilitlendiği bir durma halidir; dünyanın ve onunla beraber her şeyin durduğu bir zamandır o an.
Gerçekleri kabullenmeliyiz. Zorda olsa bunu kabullenmek bizlerin yararına olan bir davranış ve düşüncedir.
Bizler elbette uğracağız. Her gün, her an daha iyisini, daha güzelini, daha doğrusunu oluşturabilmek için elimizden geleni yapacağız. Gayret göstereceğiz, kafa ve yürek yoracağız ve bunların sonucunda mümkün mertebe anlamlı, huzurlu, mutluluk dolu bir yaşamın sahibi olacağız. Diğer yandan bazı durumlarda da, yani çabamızın, gayretimizin, fikrimizin, davranışımızın yetmediği, çare olmadığı durumlarda -ölüm gibi-, bizden daha büyük bir iradenin var olduğuna inanarak tevekkül içinde sabır edeceğiz.
Bazılarımızda öyle bir hale geliyor ki kaygılar, evhamlar ve benzer haller, o hallerden dolayı bile bazen yaşam bize dar gelebiliyor.
Korkuyoruz. “Ya çocuklarımızın başına bir şey gelirse, ya şu kötülükler meydana gelirse, ya şunu şunu kaybedersem ne yaparım, ya şurada şu olmazsa ben ne yaparım” gibi nice nice yüreğimizi ve beynimizi kemiren ve bizlerin yaşamdan alması gereken güzellikleri almamıza engel olan nice nice kaygılar...
Onun için her an her şey olabilir ve bu olacakları da bizlerin önleme imkanı ne yazık ki yok. Öyleyse inanarak ve tevekkül göstererek bazı olumsuzlukları aşabiliriz.
Kendimize sıkıntı ve eziyet etmemizin bir anlamı var mı?
Bazen ne yapsak da, etsek de boş. Olacak olan bir şekilde yine oluyor. Bize düşen elimizden geleni yapmak, irademiz dahilinde olan ne varsa yerine getirmek ve bunun sonucunda gönül rahatlığı ve huzuruyla başımızı yastığa koyup dışımızdaki yüce iradeye niyaz eylemektir.
Dünya, bizler olmadan da vardı. Bizler gittikten sonrada varlığını sürdürecek. Dünyanın ömrüyle bizlerin ömrünü kefeye koyduğumuzda dünyanın ömrünün saniyesini bile etmiyor bizlerin 70-80 yıllık ömrü. O halde nedir bu korkular, kaygılar, gerçekleşmesi mümkün olmayacak olan nice şeylere gereksiz hayıflanmalar...
Biz elimizden geleni yaptık, yapıyoruz. Zekamızın, eğitimimizin, bilgilerimizin yettiğince irademiz dahilinde olan ne varsa ortaya koyduk. Buna rağmen yinede çok şeyler gelişmeye devam ediyorsa ve bu gelişmeler bizlerin hayatında olumsuzluklar olarak boy gösteriyorsa gülüp geçmekten başka yapacak pek bir şey yok. Çünkü zaten yapılması gerekenleri yapmışız.
Gereken ne varsa yapmışsak ve buna rağmen hayat bizlerin istekleri ve amaçları dışında başka başka yollar çizmişse bizlere yapacak bir şeyimiz yok demektir. Elbette son nefesimize kadar irademiz dahilinde olan yaşama yön verme çabamız, gayretimiz tartışmasız devam edecektir. Ancak bununla beraber bizler her olumsuzluğu da soğukkanlı bir şekilde karşılamalı ve bu irademiz dışında gelişen olumsuzluklara hayıflanmadan, olabildiğince üzülüp kendimizi harap etmeden sabır göstermeli ve şart altında yaşama tutunmaya devam etmeliyiz.
Remzi Kaptan
remzi.kaptan@yahoo.com
|