İkrar Vermek Murad Almak
“Anne, sende nikahında heyecanlandın mı” diye sordu beyaz gelinliğine boy aynasından bakan Özlem. “Sahi Hatice teyze, sen gelinlik giydin mi? Düğününüz nasıl oldu”, diye soruları ard arda sıraladı Özlem'in yanında duran ve Özlem'in en yakın arkadaşı olan Elif.
Hatice teyze, bembeyaz gelinlik içinde güzelliği daha da büyüleyici hale gelmiş olan kızı Özlem'e ve Özlem'in heyecanına ortak olan arkadaşı Elif'e baktı. Tebessüm etti, gururlandı, dünyanın devri devranına bir kez daha hayret etti.
Hatice ana, o kamil insanlara özgü rahatlık, olgunluk ve güven verici duruşuyla oturduğu kanepede doğruldu. Kızlar hala cevap vermesini bekliyorlardı ondan.
“Madem istiyorsunuz, o halde bende anlatayım düğünümü, nikahımı. Ama Özlem'ciğim zaten daha önceden biliyorsun, bir kaç defa anlatmıştım.”
“Olsun, anlat annem, bir daha dinlemek ve senin heyecanını yaşamak isterim” dedi Özlem.
“Evet Hatice teyze, bende dinlemek isterim” dedi Elif.
Özlem, gelinliği kırışmasın diye toparladı ve en uygun şekilde Hatice ananın yan tarafına oturdu. Elif'te bir sandalye çekip diğer tarafına oturdu.
“Özlem kızım seni şimdi böyle heyecanlı görünce aklımdan bin tane düşünce geçti.”
“Ne gibi düşünceler anne” diye sordu Özlem.
“Dünyanın halleri işte kızım.
Bende bir zamanlar senin gibi genç bir kızdım. Ama senin gibi güzel değildim.” Son kelimeleri söylerken gülümsemişti Hatice ana. O gülünce kızlarda gülümsediler.
“Yapma anne ya, sen hala benden güzelsin” diye cevap verdi Özlem.
“Neyse” dedi Hatice ana ve devam etti anlatmaya. “Başımda kavak yelleri eserdi. Köyümüzün bir çok yiğit delikanlısı beni istemişti fakat hiç kimseye evet dememiştim.”
“Demedin çünkü sen babama aşıktın” dedi Özlem.
“Evet, aşıktım Ahmet'e. Değil başkasına evet demek, başkasını gözüm dahi görmüyordu. Şimdi o günleri anarken bile yüreğim titriyor.”
Hatice ananın sesi hafiften titremeye başlayınca Özlem müdahale etti: “anne lütfen devam et.”
Hatice annenin adı geçtiğinde hala yüreğini titreten Ahmet'i iki yıl kadar önce Hakka yürümüştü. Her ne kadar metanetini korusa da Hatice ana eşinin eksikliğini çok derinden hissediyordu.
“Tamam” dedi Hatice ana ve kaldığı yerden devam etti anlatmaya.
“Bizimki çok saf bir aşktı. Çok başkaydı. Belki herkesin aşkı kendisine göre saftır, başkadır, bilemiyorum.
Her neyse. Ahmet'e olan sevgimi, aşkımı anlatmaya bildiğim tüm kelimeler yetersiz gelir. Ki zaten aşk sadece yaşanıyor, anlatılmıyor. Anlatılanlar belki aşkın gölgesi, yani aşkın kendisi bence dile gelemez, sadece yaşanır aşk.
Böyle bir birimize deli divane sevdalı olunca ailelerimizde rıza gösterdiler.
İsteme ve diğer gelenekler yerine getirildi ve nihayet o an geldi. Yani ikrar verip eş olacağımız an.
İkrar verme törenimiz yani nikahımız bilinçli olarak kış aylarına denk getirildi. Çünkü kış ayları işlerin az olduğu aylardı ve bu tür şeyler için en uygun zamandı.
Günler öncesinden hazırlıklar başladı. Başka köyde yaşayan pirimize haber edildi. Yine eş, dost ve akrabalarımıza haber verildi.
O zamanlar köy ortamında imkanlarımız kısıtlıydı. Buna rağmen kayın babam Salman –Allah rahmet eylesin- elinden geldiğince masraf yapmış ve Malatya'dan özel olarak o kış şartlarında davul-zurna ekibi bile getirtmişti.
Nikahımızın olacağı gün ben heyecandan hiç uyumamıştım. Hep yarını düşünmüş ve ondan ötesi ömrümün bundan sonrasını, Ahmet'le hayatımı düşünmüştüm. Düşündükçe heyecanlanmış, heyecanlandıkça uykum tümden gitmişti.
İnanmayacaksınız ama nikahımızın olduğu gün ben yine annemlerin işlerini, her sabah nasıl yapıyorsam yine yapmıştım. İşlerimi yaptıktan sonra hazırlanmaya başlamıştım.
O günün şartlarında bizim eve doluşan köyün diğer kızları beni süslemişlerdi. Yine çok az kişi evlenirken gelinlik giyerdi. Bende o şanslı kişilerden birisiydim. Köyün kızları gelinliğime, duvağıma, gelinlikteki boncuklara, kabartmalara bakıyorlardı. Elleriyle yokluyor ve 'ne kadar güzel olduğunu' söylüyorlardı.
Daha öğlen olmadan hazırlıklar bitmişti. Ben kızlarla bir odada beklerken pirimiz Ali Sefa, Ahmet, Ahmet'in ailesi, köylülerimiz ve diğer misafirler evimize doluşmuştu.
Bir çok genç dışarıda bekliyordu. Bulanık camdan ara ara bakıyordum onlara. Şakalaşıyorlardı bir birleriyle.
Evimizin içi tıka basa doluydu. Pirimiz Ali Sefa ve diğer ileri gelenler oturma odamızda oturmuş nikahımızı kıymak için bekliyorlardı.
Ahmet yanıma geldi. Öyle şimdi sizlerin yaptığı gibi elimi hemen tutmadı, koluma girmedi. Zaten ben heyecandan hiç bir şey göremiyor ve hissedemiyordum. Adeta elim ayağım boşalmıştı. Anlatılmaz bir ruh halindeydim. Kalbim sanki yerinden çıkacaktı.
Bu anın hayalini kaç bin kez kurmuştum. Ve şimdi o an gerçek oluyordu. O kadar çok hayalini kurmuştum ki hala gerçek olup olmadığına emin olamıyordum.
Ahmet'te heyecanlıydı. Bir ara eline baktım titriyordu.
Yanımızda ve arkamızda diğerleri pirimizin ve diğer ileri gelenlerin olduğu oturma odamıza girdik. Pirimizin önünde diz çoktuk. Elini öptük.
Tüm odada sessizlik hakimdi. Babam ve kayın babam pirimizin sağına ve soluna oturmuşlardı.
Pirimiz nikahı kıymadan, ikrarımızı almadan önce bizlere nasihat etti: “sevgili evlatlarım, güzel yavrularım, evlenmek, aile kurmak, çocuk sahibi olmak insan yaşamını daha da güzelleştirip anlamlı kılan şeylerdir. Özellikle çocuk sahibi olmak farkında olanlar için mucizeyle eşdeğer bir durumdur.
Evlilik ve bu evlilik sonucu oluşan aile; huzura, mutluluğa, farkındalığa, anlamlı yaşama ve inançsal gayeyle de uyumlu kemalete vesiledir. Elbette temeli sağlam olmayan, bilinçsiz ve öylesine bir evlilik sonucu oluşan ailede insana dünyada cehennemi yaşatan bir ortam oluşturur.
Evlilik iki insan arasında aşkın, sevginin, saygının, dostluğun, karşılıklı anlayışın sonucu oluşur.
İnsan doğası itibariyle yalnızdır, yarımdır. Çoğalması, tamamlanması gerekir. En mahrem, en içsel, en gizli, başka kimselerle paylaşamayacağı duygu ve düşüncelerini eşi ile paylaşır. Eşi insanın diğer yarısıdır. Düştüğünde kaldıran, yorulduğunda güç veren, ağladığında yanı başında olan, sevindiğinde kucaklayandır.
Mutlu aile mutlu toplumdur. Bizlerin kıstası budur. Mutlu aile; duygu ve düşüncede hür, iradeli, inançlı, sorumlulukların bilincinde, sadakatli, fedakâr insanlardan oluşur.
Aile demek huzur demektir, güven demektir. Dayanışmanın, paylaşmanın, kardeşliğin ne demek olduğunun, anne-baba olmanın ne demek olduğunun bilinmesi ve yaşanılması demektir.
Acaba anne-babalık kadar insani, yüce duygular var mıdır?
İnsanın annelik-babalık duygusu kadar insana huzur veren başka bir duygu yoğunluğu var mıdır?
Hangi başka duygular annelik-babalık duygusunun önünde olabilir?
Güzel yavrularım Hatice ve Ahmet, bu yola baş koyup bundan sonra birlikte hayat mücadelesini verecek olmanızdan dolayı sizi tebrik ediyorum, kutluyorum. İnanıyorum ki çok güzel bir aile olacaksınız. Bir birinizin eksiklikleri tamamlayacak yanlış ve kusurlarınızı düzeltmeye çabalayacak, bir birinize birazdan vereceğiniz ikrarın gereğini son nefesinize kadar yerine getireceksiniz.”
Bu ve benzer şekilde pirimiz bize nasihatlerde bulundu. Bizler sessizce pirimizi dinliyorduk. Odada kimseden çıt çıkmıyordu, sobada yanan odunların çıkarttığı sesin dışında.
Dedemiz nasihatlerini bitirince, sorumluluklarımızı hatırlatınca ikrar vermeye geçildi.
Orada bulunan herkesi edep erkan davet etti Pirimiz.
Odada bulunan herkes edep erkan üzeri oturunca pirimiz başladı nikahımızı kıymaya: “Dini nikah akdinizi yerine getirmek, ikrarınızı vermek üzere burada bulunuyorsunuz. İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta birbirinizi sayacağınıza, ölüm sizi ayırana dek iyi geçinip hiç ayrılmayacağınıza, sizlerden doğan çocuklarınıza iyi bir anne ve baba olacağınıza söz verip aht edeceksiniz.
Anne ve babalarınızda dahil olmak üzere hiç bir kimsenin etkisi altında kalmadan özgür iradenizle karar vereceksiniz.”
Ali Sefa dedemiz önce bana sordu:
“Şimdi kızım sana soruyorum; Allah’ın emri, Peygamber’in kavli, İmam Cafer-i Sadık Hazretlerinin içtihadı üzerine hazır bulunan cemaatin şahadetiyle senin eşin olmak isteyen Salman oğlu Ahmet'i eş olarak kabul edip aht ediyor musun?
Ömür boyu birlikte yaşayacağınıza, birbirinizi seveceğinize, hastalıkta ve sağlıkta, iyi ve kötü günlerde birbirinize destek olacağınıza söz verip, ikrar ediyor musun?”
“Evet” diye cevapladım. Pirim üç defa aynı soruyu sordu ve ben her üçünde de 'evet' diye cevap verdim.
Dedem daha sonra aynı soruyu Ahmet'e sordu: “Allah’ın emri, Peygamber’in kavli, İmam Cafer-i Sadık Hazretlerinin içtihadı üzerine hazır bulunan cemaatin şahadetiyle senin eşin olmak isteyen Hasan kızı Hatice'yi eş olarak kabul edip aht ediyor musun?
Ömür boyu birlikte yaşayacağınıza, birbirinizi seveceğinize, hastalıkta ve sağlıkta, iyi ve kötü günlerde birbirinize destek olacağınıza söz verip, ikrar ediyor musun?”
Üç kere aynı soruyu Ahmet'e de sordu. Ahmet'ten de her üç seferinde de 'evet' cevabını alınca bu defa anne ve babalarımıza sordu.
İlk önce benim anam ve babama sordu, sonrasında Ahmet'in anne ve babasına sordu: “Ana ve baba olarak sizlerde razı mısınız? Bu evliliği onaylıyor musunuz?” Annem ve babam: “Razıyız ve de onaylıyoruz”, dediler. Aynı şekilde Ahmet'in anne ve babası da; “Razıyız ve de onaylıyoruz” dediler. Daha sonra dedemiz orada bulunan cemaate, köyümüzün ileri gelenlerine sordu: “burada hazır bulunan canlar, bu evliliğe şahadet eder misiniz?” Orada bulunanlardan da razılık alıncada “Allah Muhammed Ali bu nikahı mübarek ve hayırlı eylesin, sizleri birbirinize eş olarak nikahladım, her iki aileye de hayırlı, uğurlu olsun” dedi.
Pirimiz son sözlerini söylediğinde kalbimin atışı inanılmazdı. Yüzüm yanıyordu heyecandan. Ellerim terden sırılsıklam olmuştu.
Dedem ayağa kalktı. Bizlerde, orada bulunan diğer canlarda ayağa kalktılar. Ellerimizi tutup el ele tutuşturdu bizleri. Ahmet'inde heyecandan elleri terlemişti.
Dara durmuştuk. Herkes dara durmuştu ve dedem başladı dua vermeye:
“Bism-i Şah Allah, Allah!..
İlahi Yarabbi!
Kıydığımız bu nikahı ve bu birlikteliği mübarek eyle.
Eşlerin ömürlerini uzun, sağlıklı ve mutlu eyle.
Dildeki dileklerine, gönüldeki muratlarına hasıl eyle.
Yuvalarını mutlu, nimetlerini bereketli eyle.
Ailelerine, toplumumuza ve cümle insanlığa hayırlı evlâtlar nasip eyle.
Aralarında ki sevgiyi ve saygıyı sonsuza dek daim eyle.
Evlatlarım;
Ağızlarınız tatlı, günleriniz mutlu, ömrünüz uzun ve kutlu ola.
Soyunuz ve nesliniz de yeryüzünde daim ola.
Nikahlarınız kadim, muratlarınız da hasıl ola.
Verdiğiniz ikrardan dönmeyesiniz.
Pir divanında utanmayasınız.
Birbirinizden usanmayasınız.
Yüce Allah gelecek kazalardan, belâlardan emin eyleye.
Gelinle-damadı ve buradaki canlarımızı da her iki cihanda aziz eyleye.
Bu nikah iki evladımıza ve ailelerine de hayırlı ve uğurlu ola.
Ömür boyu mutlu ve huzurlu olmalarını nasip eyleye.
Hz. Muhammed Mustafa ve Hatice-i Kibriya
Ve Hz. İmam Ali ile Hz. Fatma’nın nikahlarının yüzü suyu hürmetine sizlerinde nikahı kutlu, mutlu ve hayırlı ola.
Ehlibeytin katarından ve didarından mahrum eylemeye.
Duası bizden, kabulü de Allah’tan ola.
Gerçeğe Hü!”
Nikah kıyıldıktan sonra dedenin ve diğer büyüklerimizin ellerini öptük. Onlarda bizlerle görüşüp bizleri tebrik ettiler.
Annem bana öyle bir sarıldı ki anlatması zor. Adeta beni bağrına bastı. Gözlerini tam göremedim ama eminim ağlamıştı. Ahmet'e de sarıldı. Şimdiden benimsemişti onu.
Babam daha vakurdu.
Hemen ardından hazırlanmış olan şerbet, yiyecekler meydana getirilirdi. Dedem bana ve Ahmet'e kendi eli ile şerbet ikram etti.”
“Neden şerbet ikram edildiğini biliyor musunuz” diye sordu Hatice ana. Soruya cevabı beklemeden yine kendisi cevap verdi: “Hz. Peygamber efendimiz, kızı Hz. Fatıma’yı Hz. Ali ile evlendirdiği zaman baldan şerbet yaptırıp, Hz. Ali ile Hz. Fatıma’ya sunarak 'Yaşamınız bu şerbet gibi tatlı ve mutlu olsun' diyerek dua etmiş. Bizlerinde yaşamları şerbet gibi tatlı ve mutlu olması için dua edilir ve tüm cemaate şerbet ikram edilir.
İkrar verdik ve böylece o andan itibaren eş olmuştuk.
Bende, Ahmet'te rahatlamıştık.
Terimiz soğumaya başlamış, başımız artık önümüzde değildi. Hatta diğer odaya geçtiğimiz için ve etrafımızda bizlerin yaşıtı diğer arkadaş ve akrabalarımız olduğu için rahatlamış ikinci şerbetlerimizi içiyorduk.
Bizler ikinci şerbet bardaklarımızı daha bitirmeden dışarıda davul zurna sesi gelmeye başlamış ve gençler o karlı havada halaya durmaya başlamışlardı bile.
Bizlerde dışarı çıktık. Bu aynı zamanda benim bu evde genç bir kız olarak son anlarım oluyordu.
Çeyizimi aldılar, Ahmet koluma girdi ve öylece dışarı çıktık. Dışarı çıkınca köyün çocukları etrafımızı sardı, üstümüze serpiştirilen şekerleri toplamaya başladılar.
Bizlerde halaya durduk. Bir iki dönünce yavaş yavaş yeni evime, Ahmet'in babasının evine doğru halay çekerek gittik.
Evlerimiz uzak olmadığı için davul zurna ile Ahmet'in evine benimse yeni evime geldik.
Evin önündeki karlar temizlenmişti. Çamur olmasın diye saman serpiştirilmiş ve yine avlunun ortasında kocaman bir ateş yakmışlardı.
Orada da biraz halay çektik. Sonra zılgıtlar eşliğinde eve girdik. Dışarıda halayy devam ediyordu.
Kaynanam kendi elleriyle çocuklara lokum, bisküvi veriyordu.
Evin içi doluydu. Yemekler yapılmıştı.
İmkanlar ölçüsünce yemekler veriliyordu.
Yüzlerde gülümseme vardı. Ben ve Ahmet bir odada oturuyorduk. Tek kelime konuşmuyorduk. Etrafımızda sürekli birileri oluyordu.
Bize de yemek getirdiler. Pilav ve etli patates sulusuydu yemeğimiz.
Yemek yiyecek halde değildik. Israrlar sonucu bir kaç kaşık aldık.
Böylece günü akşam ettik. Herkes evine dağıldı. Bizde odamıza çekildik.”
Kızlar hınzırca bir gülümseme ile Hatice anaya bakınca o da kahkaha atarak “şimdi gerisini de anlatmamı beklemiyorsunuz değil mi” diye kahkaha eşliğinde sordu?
“Anlat anne, fena olmaz” dedi Özlem. Elif de katıldı Özlem'in bu sözüne.
“Yok, yeteri kadar anlattım” dedi Hatice ana.
“Hatice teyze anlatırken adeta yeniden ikrar verdin Ahmet amcama. Ne güzel aşklar varmış zamanında” dedi Elif.
“Zamanında mı” diye sordu Özlem, Elif'e ters bir bakış atarak. Ne yani benimle Deniz'in ki aşk değil mi şimdi?”
“Öyle demek istemedim Özlem” dedi Elif. Daha sözüne devam edecekken Hatice teyze girdi lafa; “aşk her zaman vardır yavrularım. İlk insandan son insana dek aşk her zaman olacaktır. Yaşamın gayesidir belki aşk. Yani aşka ulaşmak.
Her çağın şartları ve algısı farklıdır elbette. Bizim zamanımızda da herkes benimle Ahmet gibi yaşamıyordu. En azından ben bilmiyorum, tanık olmadım. Bizde sanki farklı bir şey vardı.
Hadi biraz daha anlatayım: ikrar verdiğimiz günün akşamında Ahmet'le odamızda tek kalınca sohbet ettik gecenin ilerleyen saatlerine kadar. Siz hemen başka anladınız ama evet biz sohbet ettik. Elbette muradımızı da aldık fakat daha çok sohbet ettik.
Verdiğimiz ikrar üzerine sohbet ettik ve yuvamızın içtiğimiz şerbetler gibi tatlı olmasına dair bir kez daha bir birimize söz verdik.
Ben bunca yıl ve bunca sıkıntıya rağmen bir birimize sevgimizin ve en önemlisi de saygımızın olmasını, hatta bunun daha da çoğalmasını o akşamki ikrarımıza bağlıyorum.
Çünkü ikimizde o kadar saf ve samimiydik ki; ne desem, nasıl desem o anı tarif edemem. Bu saflık ve samimiyetten olsa Allah duamızı kabul etti. “
Özlem ve Elif etkilenmişti Hatice ananın söylediklerinden.
“Anne, Deniz ile konuşurum, senin ve babamın yaptığı gibi bende bizim evde ikrar vermek istiyorum” dedi Özlem.
Elbette kızım, sana daha önce önermiştim ama sen 'devlet nikah yeter' diye kabul etmemiştin diye de sözünü esirgemedi.”
Özlem biraz mahcup olmuştu ama diğer taraftan annesinin yaşadıklarının ne manaya geldiğini ve ikrar vermenin önemini az da olsa kavramıştı.
Remzi Kaptan
|