Bilinmek, Anlaşılmak, Gerçekleşmek, Var Olmak
Bilmek/bilinmek, anlamak/anlaşılmak, gerçekleşmek/gerçekleştirmek, var olmak/var etmek...
Cüziden külliye, damladan okyanusa, arzdan arşa, katreden sonsuzluğa, yoklukluktan varlığa, varlıktan hiçliğe, hiçlikten her şeye...
Canın bedenleşip yokluk aleminden varlık alemine çıkmasının elbette ki soylu sebepleri var. Öyle gelişigüzel oluşmadı bütün bunlar.
Her gerçekleşme, var olma, bilme/bilinme/bilince çıkarılma öyle zahmetsiz olan şeyler değildir. Bedel gerektiren, emek gerektiren, çaba ve çalışma gerektiren şeylerdir.
Amaç ve esas olan canın kemalet mertebesine ulaşmasıdır. Ham ervahlıktan çıkıp adım adım bilgelik yolunda yürüyüp kemalet mertebesine ulaşarak Hak ve hakikati bilip öylece geldiği kaynağa geri dönmektir. Gerçekleşmiş olarak, bilmiş ve bilinmiş olarak dönmek ve böylelikle gerçeğin kendisi olmaktır.
İnsanın ana rahmine düşüp gelişmeye başlaması, süreç içerisinde anne karnındaki gelişimini tamamlayıp dünyaya gözlerini açması, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık derken ömrünün tüm evrelerini yaşaması ve nihayetinde geldiği yere geri dönmesi...
Aslında anne rahminde başlayan, ömrün son evresi olan yaşlılığa kadar giden süreç tümüyle gelişme evreleridir. Yani anne karnındaki cenin hali ile yaşlılık hali arasında geçen zaman, bir anlamıyla ruh/can için her zaman çocukluk evreleri, hatta anne karnındaki cenin evreleridir.
Bedenen çocukluktan çıkıp ergen olmak, genç olmak, yaşlı olmak süreçleri her zaman can için geçerli değildir. Can, bir çok boyutuyla her zaman bebektir.
İnsan-ı Kamil ile hedeflenen beden gibi canında gelişmesi ve büyümesi, kendini bilmesi ve kendini bilmiş olarak geldiği kaynağa dönmesidir.
Canın olgunlaşmasını, kemalet mertebesine ulaşıp gerçekleşmesini tüm ömre yayılmış bir süreç olarak görmeliyiz.
Tüm ömrümüz boyunca yaptığımız, ettiğimiz her ne varsa, aslında öz olarak bizleri bu hedefe, yani İnsan-ı Kamil hedefine götürüyor -veya bu hedeften alıkoyuyor yapıp ettiklerimiz-.
Belkide bir çok boyutuyla yaşadığımız sorunların, zorlukların, sıkıntıların kemalet yolunda olgunlaştırıcı işlevi vardır.
Bize ilk etapta çok anlaşılmaz gelse de, bizleri oldukça hırpalayıp güçten takatten düşürse de belkide bu yaşanılan zorlukların, çekilen sıkıntıların yaşanılması gerekmektedir.
Elbette günlük yaşamımızda karşılaştığımız her zorluk, her güçlük, her sıkıntı aynı manaya gelmeyebilir de. Bazı yaşadığımız ve bizlerin egoistliği, bencilliği sonucu oluşmuş sıkıntıların bizleri kemalet yolunda eğitmeyebileceği gibi engelleyici olması da mümkündür.
Bizler yinede yaşadığımız zorluk ve sıkıntıların bizler için kemalet yolunda çekilmesi gerekenler olarak algılayıp tam bir teslimiyet ve bağlılıkla yolumuza devam edelim.
Teslim olmuş olarak yola devam etmek, irademiz dahilinde ne varsa sonuna kadar götürmek ve irademiz dışında olanlara ise eyvallah demektir.
Burada belki anlaşılmayan veya her zaman yanlış anlaşılmaya müsait olan durum, irade dahili ve irade dışı ayrımıdır.
Dünyaya gelmek bizler için irade dışı bir olgudur.
Gerçekten öyle midir?
İlk bakışta öyle gelse bile özünde tartışılabilinir bir durumdur bu.
Yani milyonlarca sperm arasında nefes nefese bir yarış sonucu birinci gelinip döllenme başlıyor. Bu durumda acaba irademiz devre dışı mıdır? Öyle göründüğü halde acaba gerçekten öyle midir? (Belkide irademiz Bezm-i Elest ile mevcuttur)
Konuyu dağıtmadan devam edelim.
Diyelim ki dünyaya gelmek irademiz dışı bir durumdur. Annemizi-babamızı, ırkımızı, sosyal çevremizi kendimiz belirlemiyoruz. Yine bizlerin elinde olmadan, mesela sakin şekilde, arabamızla kurallara son derece riayet eder şekilde yolumuzda giderken ters yola giren birisinin bize çarpması ve bu çarpma sonucu Hakka yürümemiz gibi irademiz dışında gelişen bir olayla son bulsun ömrümüz. Yani doğum ve ölüm ve daha başka sebepler/sonuçlar bizlerin iradesi dışında, bizlerin caba ve çalışmasından bağımsız olarak, bizlerin iradesine rağmen şekillensin.
Böyle olsun.
Peki bunların dışında irademizin belirleyici olduğu sayısız durum yok mu?
Var.
İşte kemalet, olgunluk, bilgelik, gerçekleşme, bilme/bilince çıkarmada bu varların sonucudur. Yani sonuç itibariyle bizlerin iradesi dahilinde olanlar belirliyor çok şeyi (her şeyi).
Bizleri cüziden külliye, vardan yoka, yoktan her şeye, her şeyden hiçliğe götüren irademiz oluyor.
Her şey bir küçük kıvılcımla başlar. Koca yangınlar gibi. Küçük bir bilgi kırıntısı, sadece bir söz, yüreğe giden bir bakış bile bazen bizlerin ilk kıvılcımı olabilir.
Bazen bilgi anlamında çok şeyler bilmek gerekmiyor. Elbette bazı temel bilgileri öğrenmek ve bilmek gerekiyor. Bunun için algılarımızın, duyargalarımızın açık olması yeterlidir.
Bunun dışında öyle insanüstü mucizeler gerekmiyor.
İnsan öyle tesadüfen meydana gelmiş bir varlık değildir. Hakkın katından, Haktan gelip beden sahibi olmuştur.
İnsan soyludur ve soylu kalmalıdır.
Soylu kalmanın yolu bunun bilincinde olmaktan geçer.
Haktan geldiğini ve yine dönüp bütünleşeceği yerin orası olduğunun bilincine varmış olan kişi bunun gereklerini yerine getirir.
Neden batin alemden zahir aleme geldiğini sorgulayıp cevap veren kişi verdiği cevaba uygun bir yaşamın, yani soylu bir yaşamın, sırr-ı hakikate vakıf bir yaşamında sahibi olur.
Başlangıçta dediğimiz gibi: yoktan varlığa, varlıktan hiçliğe, hiçlikten her şeye...
Remzi Kaptan remzi.kaptan@yahoo.com
|