Bazı Kavramların Alevilikte Karşılığı
Aleviler olarak bazı kavramlarda kargaşa yaşıyor, bu kavramları yerli yerine oturtamıyoruz.
Sünniler veya başka inanç mensupları da aynı kavramları kullandıkları için ve bu bizlerde farklı (ve belki bazı durumlarda olumsuz ) çağrışım yaptığı için bu kavramların ve kelimelerin bizlerdeki içeriğini açmamız, bunların Alevice açıklamasını yapmamız gerekiyor.
Başka inanç mensupları da aynı kavramı kullandıkları da halde bizlerle onların içerik olarak herhangi bir ortak noktası bulunmuyor. Sadece aynı kavramı kullanıyoruz. Yani ortak nokta kavramın kendisi ile sınırlı, çağrıştırdıkları ve içerik bambaşka.
Simdi bazı kavramların Alevilikteki karşılığını başka inançlarla kıyaslamadan yapmaya çalışalım.
Allah:
Cümle alemi, yani evreni, dünyayı ve insanı var edendir. Tüm varlık ondan gelmiş ve ona dönecektir.
Allah, tüm kainatı ve içindekileri sevgiden dolayı yarattı.
Yani yaşamın temeli sevgidir.
Sevmekle anlamlı bir yaşamın sahibi olduğumuz gibi insanı sevgiden dolayı var eden Allah'ı da ancak sevmekle anlayabilir ve yaratılma gayesine ancak sevmeyi temel alarak cevap verebiliriz.
Sevmek, Allah'ı sevmek, doğayı sevmek, tüm varlığı sevmek ve en önemlisi kendisiyle barışık bir şekilde olup kendisini de sevmektir.
Biz Alevilerin Allah'ı anlaması ve algılaması korkutucu, öfke dolu, varlıklar arasında ayrımcı, ötekileştirici, cezalandırıcı bir anlama ve algılama değildir.
Allah'tan korkmak bizlerin inancında esas değildir.
Esas olan, rahmeti ve merhameti sınırsız ve de sonsuz olan Allah anlayışıdır ( bizler Allah kavramını kullanmakla beraber daha çok Hak kavramını es anlamlı olarak kullanıyoruz ) .
İbadet:
Bireysel olarak yaptığımız ibadette her hangi bir biçim, form ve şekil yoktur. Esas olan samimiyet ve inançtır. Kişi istediği vakit, istediği şekilde, istediği dilde ve sözlerle dua ve ibadet edebilir.
Bizler için ibadet esas olarak Allah'a inanmanın gereklerinden birisi olmasının yanı sıra kişinin kendisini kemalet ve olgunluk yolunda yoğurmasıdır.
Allah'ın bizlerin ibadetine ihtiyacı yoktur. İbadete ihtiyacı olan bizleriz.
İbadet ile olgunlaşma ve kemalete ulaşmada bir adım daha ilerlemiş oluyor, hayatı anlama ve bu anlama uygun bir şekilde yaşamada daha bir yol almış oluyoruz.
İbadet bizler için aynı zamanda bireysel mutluluk ve huzur olduğu gibi toplumsal düzen demektir. Bu anlamıyla ibadet toplumsal ve bireysel olarak iki ayrı boyuttadır.
Çünkü bizlerin toplu halde yaptığı ibadeti olan cem ibadetinde rızalık vardır. Rızalık demek, cem ibadetinde olan herkesin bir birinden razı ve hoşnut olmasıdır. Herkesin bir birisi ile barışık olmasıdır.
Eğer ceme katılanlardan dargın ve küskün varsa, kalp kırmış ve hak yemiş olan varsa, yani bir olumsuzluk ve müşkül durum varsa bu giderilmeden cem ibadeti olmaz.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi bizler için cem ibadeti hem Hakka yakarmak, hem inançsal değerlerimizi öğrenmek, bilmek ve hemde toplumsal düzenimizi sağlamak demektir.
Peygamberlik:
Peygamberler Hak kelaminin taşıyıcılarıdırlar.
Peygamberler, Hz. Adem'den başlayarak son peygamber olan Hz. Muhammed'e kadar bizler için saygın, değerli ve kutsal şahsiyetlerdir.
Hz. Muhammed tüm peygamberler içinde son peygamber olması ve Habibullah olması nedeniyle en zirve şahsiyettir.
Diğer peygamberler, örneğin Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. Davut ve diğerleri de bizler için Hakkın elçileridirler ve saygındırlar.
Bizler için peygamberlerde esas olan getirmiş oldukları Hak mesajıdır. Yani peygamberlerin giyim ve kuşamı, yedikleri yemek veya başka bir takım yaşadıkları çağlarına göre şekillenmiş olan bazı kalıplar esas değildir. Esas alınması gereken peygamberlerin giyim ve kuşamlarından ziyade insanlara iletmiş oldukları mesajın içeriği ve bu mesajın hayata yansımasıdır.
Bizim inancımıza göre peygamberlerin getirmiş olduğu Hak mesajı insanları doğruluğa ve hakkaniyete davettir. Bu davet ise şiddet, barbalık ve zalimlik ile değil, tamamen barış, hoşgörü ve sevgi temelindedir.
Bizler, rahmeti ve merhameti sonsuz ve de sınırsız olan Allah'ın elçilerininde aynı sonsuz ve sınırsızlıkta insanlara sevgiyi, barışıklığı ve hoşgörüyü, farklılıklara saygıyı öğütlediklerine inanıyoruz.
Şeriat:
Şeriat denilince bizler için Dört Kapı Kırk Makam öğretisinin ilk kapısı olan şeriat kapısı aklımıza gelir. bilindiği gibi Dört Kapı Kırk Makam öğretisi ise bizleri ham ervahlıktan çıkartıp adım adım kemalete ve olgunlaşmaya götüren temel öğretimizdir.
Yani şeriat denilince bizler için bir takım eski geleneklerin inanç sosunu batırılıp topluma ve insanlığa zorla, baskı ve her tür kaba yöntemle dayatılması gelmiyor.
Yine şeriattan bizler, cehennem korkusundan ve cennet ödülünden dolayı bu dünyayı ve yaşamı insanlara cehennem edenleri anlamıyoruz.
Böylesi bir şeriat anlayışıyla bizlerin şeriat anlayışının uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
Tarikat:
Tarikat gidilen yol demektir. Yine Dört Kapı Kırk Makam öğretisinin ikinci kapısıdır.
Bizler için tarikat, bir takım kimselerin bir araya gelip belli bir gruplaşma sağlamaları ve kendilerine has bazı ritueller oluşturmaları olarak anlaşılmamaktadır.
Böylesi bir tarikat anlayışı ve uygulaması bizlerde yoktur.
Böylesi bir anlayış dar bir çerçevede olduğu için, dışarıya kapalı olduğu için bizlerin ilgisi dışındadır.
Bizler için tarikatın anlamı, Dört Kapı Kırk Makam öğretisinin ikinci aşamasıdır. Yani kemalet yolunda ilerliyor olmanın, bu yolda sağlam adımlarla gidiyor olmanın aşamasıdır.
Bu tanımın dışındaki tanımlamalar ve uygulamalar bizler için bir anlam ifade etmemektedir.
Cihat: Cihadı yeni topraklar fethetmek, şiddet ve savaşla yeni dindaşlar kazanmak, insanlara zor ve baskı ile kendi inancını dayatmak, kendisi gibi inanmayan ve yaşamayanlara savaş açıp onların mallarına el koymak ve yaşamlarına kastetmek olarak anlamak ve uygulamak bizlerin inancında yoktur.
İnancımızda fetih savaşları, misyonerlik, kendisi gibi olmayanları zorla baskı altına alma ve asimle etmek yoktur. Bütün bunlar olmadığı için bu anlamıyla bir cihatta yoktur. Cihat kavramı bizler için insanin kendi nefsini terbiye için kullanılıyor.
Meşru müdafaa bile bizler açısından cihat ile kavramlandırılmıyor.
Bizler için cihat, insanın kendi nefsini terbiye etmesidir.
Cennet:
Bizlerin cennet anlayışı ve inancı, dünyevi tatlar ve rütbelerle izah edilen bir cennet anlayışı ve inancı değildir. Yani öyle cennette bilmem şu kadar Huri-Nuri, şu kadar yiyecek, şu kadar bolluk.. ve benzer kavramlarla izah edilenler, yani dünyevi bir algıya hitap eden ödüllerin bizlerin inancında anlamı yoktur.
Bizler için cennet, Hak inancına mensup olarak hakikat yolunda yanlışlara sapmadan yürünmüş bir yolun sonucunda ulaşılan ve Hakkın rızası ile taçlanan Hak ile buluşmadır.
Yani nasıl ki damla okyanus ile birleşip bütünleşiyorsa bizlerde damla misali sonsuzluktaki Hakkın deryası ile bütünleşiyor ve bir oluyoruz.
Yunus Emre'nin şu dörtlüğü bu gerçekliğe iyi bir örnek teşkil ediyor.
“Cennet cennet dedikleri
Bir kaç köşk ile Huri
İsteyene ver onu sen
Bana seni gerek seni”
Esas olan Hakkın rızası ile yaşanmış bir yaşamdır. Yani kimseye kötülük etmeden, hak yemeden, yanlışa sapmadan, doğruyu bırakmadan yaşanmış bir yaşam... Bu yaşamın sonucunda elde edilecek olan elbette Hakkın deniziyle buluşmaktır.
Hakkın didarına nail olmak, o sonsuz nur ile yek can olmak cennettir. Kaldı ki böylesi doğrular üzerine bir yaşamın sahibi olanlar veya en azından böylesi bir yaşama sahip olmayı hedefleyenler bu dünyada da cennet hayatı yaşarlar.
Yani kalplerinde kötülük, kin, nefret, öfke barındırmazlar. Davranış ve tutumlarında şiddet, kıyıcılık, dışlamak yoktur.
Böylesi bir kimsenin dünya hayatı cennettir, ahireti yine cennettir.
Cehennem:
Cehennem, kutsal ışıktan, Haktan uzak olmaktır.
Bu dünyada yanlış yapan, hak yiyen, sahtekarlık ve üçkağıtçılık yapan, haksızlık ve zorbalıkla masum cana kıyan, kendisi dışında herkesi ve her şeyi kötü görüp ona göre muamelede bulunan... velhasılı bile bile kötülük yapan kimselerin elbette bir cezası olacaktır.
Bu cezanın uygulandığı yerin adı cehennemdir.
Bu kişiler bir boyutuyla kalplerindeki körlükten dolayı (başkaları fark etmiyor olsa bile) bu dünyada da cehennem hayatı yaşıyorlar.
Bu dünyada yaşadıkları cehennem hayatı bu kişiler öldükten sonrada elbette ki devam edecektir.
Fakat şunu da açıklamakta fayda var: elbette ki bu dünyada yapılan yanlışların, yenilen kul hakkının bir ceremesi ve cezası vardır. Fakat bazılarının tasvir ettikleri gibi cehennemi kaynayan kazanların olduğu bir ateş deryası olarak düşünmemek gerekiyor.
Elbette ki insanların algıları ölçüsünce bu tür benzetmeler yapmak pek ala mümkün. Fakat esas olarak cehennem anlayışımız ve inancımız, kişilerin cennetten (Hakkın kutsal nurundan) uzak olmalarıdır. O kutsal nur ile bütünleşmiyor olmalardır.
Bize göre en büyük cezada budur.
Ahiret:
Sonsuzluk yurdudur ahiret.
İnancımıza göre canımız (ruhumuz) ölümsüzdür.
Ölümlü olan sadece bedenimizdir.
Canımız (ruhumuz) bedenleşmeden öncede vardi. Beden öldükten sonra da can varlığını koruyacaktır.
İşte beden öldükten sonra canın gideceği yer (bir başka manada Hakka ulaşmadan son yer, son durak) ahirettir.
Bizler için ahiret, hakkıyla yaşanmış, Hak inancına mensup olarak hakikat yolunda yaşanmış bir yaşamın sonucunda geldiğimiz öze geri döneceğimiz ve Hak ile bir olacağımız yerdir.
Oruç:
Bizler için oruç, genel olarak anlaşıldığı gibi yılın belli zamanlarında belli saat dilimleri içerisinde yemek ve içmek ihtiyaçlarının denetim altına alınması değildir.
Bizler için oruç, tüm ömür boyunca insanın eliyle, diliyle ve beliyle yaramaz ve kötü işlerden sakınmasıdır.
Mesela kötü ve kalp kırıcı söz söylememesidir.
Mesela başkasının malına ve hakkına el uzatmaması ve kimseye haksızlık yapmamasıdır.
Mesela başkasının namusuna ve onuruna leke sürmemesidir.
Yoksa belli bir zaman için yemeden içmeden sakınmak ve bu zaman sonrasında ise sınırsız sekizde yemek, içmek bizce orucun kaba bir şekilde anlaşılmasıdır.
Bu manada bizlerin tutmuş olduğu Muharrem orucuna da bu çerçevede yaklaşıyoruz.
Muharrem orucunda gün doğumu ile batımı arasında hiç bir şey yemiyor ve içmiyoruz. Orucumuzu açtıktan sonrada mümkün oldukça az tüketiyor ve az içiyoruz.
Yine muharrem orucu süresince et yemiyor, hiç bir canlıya kıymıyor, kendi iç benliğimize yönelerek muhasebe yapıyoruz.
Yani İmam Hüseyin'in şahsında tüm mazlumları anlamaya ve tüm kötüleri, başta içimizdeki benlik olmak üzere tüm kötüleri ve kötülükleri gidermeye çalışıyoruz.
Günah:
Ne gerekçe ile olursa olsun, meşru müdafaa dışında insan canına kastetmek en büyük ve en önemli günahtır.
Kul hakki yemek, insanları sömürmek, haksızlık yapmak, doğayı katledip kirletmek, başkasının hak ve hukukunu hiçe saymak günahtır.
İki insanın kendi arasında yaşadıkları ve rızalığa dayanan hukukları günah değildir.
Çokça böyle görülüyor.
Oysa en büyük günah ne adına olursa olsun; din adına olsun, milliyetçilik veya daha başka düşünceler için olsun insan öldürmek, insan yaşamını hiçe saymak, hak ve hukuk tanımamak; asil günah olandır.
Haram:
Başkasının hakkını hoyratça kendi çıkarı için kullanmak, harcamak, yemek haramın en büyüğüdür.
Haram, bir takım yiyecekler ve içeceklerden ziyade rızalık olmadan başka bir kimsenin hakkını yemektir, hukukunu çiğnemektir.
Bir çok davranış ve üslupta bizler için esas olan rızalıktır.
Kul hakkı yememek esastır.
Haramda böyledir.
Haram demek rızalık olmadan yenilen lokmadır, içilen sudur, yürünen yoldur, giyilen elbisedir, söylenen sözdür.
Kendi emeği ve çabası olmadan elde edilen her kazanç haramdır.
Haramı böyle anlamayıp bir takım yiyecekler yemeyerek ve içecekler içmeyerek fakat bunun yerine kul hakkı yiyerek anlayanlar bizden değildir.
Bizlerin anlayışı yemek ve içecekler noktasında değildir.
Başkasının hakkı ve rızalığı noktasındadır.
Helal:
Emek vererek, çaba göstererek, başkasının hak ve hukukuna riayet ederek kazanılmış kazanç helaldir.
Helallik, yaşamın tümünde esasında hak yemeden, rızalığı gözeterek, onurlu ve şerefli bir şekilde yaşamını idame ettirmektir.
Yine haram konusunda olduğu gibi helal olan hak yemeden kazanılmış tüm varlıklardır.
Yoksa helali bir takım yiyecek ve içeceklere ve yine bazı biçimsel kurallara indirgemek bizlerin inancında asla esas değildir.
Esas olan kul hakkıdır, rızalıktır, çabadır, emektir, hak ve hukuk gözeterek yaşamaktır.
Her türlü haksızlığı yap, sömür, kul hakkını ye, sonrada bazı biçimsel kuralları yerine getir ve ben helal bir şekilde yaşıyorum de... Bunlar bize uzak şeylerdir. Böyle bir anlayış bizlerin inancında, geleneğinde, süreğinde yoktur.
Kurban Bayramı:
Kurban bayramının taşıdığı mana sadece hayvan kesip et yemek değildir.
Kurban bayramı, özü itibariyle insanlığın kurtuluş bayramıdır.
Kurban bayramı ile insan kurban olmaktan çıkmış insanlık olumlu anlamda bir üst aşamaya geçmiştir.
Kurban bayramının taşıdığı mesaj ilk günden günümüze kadar hayatiyetini korumaktadır. İnsanoğlu ne yazık ki günümüzde dahi kurban bayramının insanlık için taşıdığı bu mesajı yok saymaya, görmezden gelmeye devam ediyor. Kurban bayramını sadece kurban kesip et yemekle sınırlıyor. Oysa kurban bayramının mesajı bunun çok çok ötesinde bir mesajdır.
Her şeyden önce İbrahim peygamberin oğlunun kurtulması demek aslında tüm insanlığın kurtulması demektir. Sadece kurban anlamında değil, her anlamda kurtulması demektir. Örneğin savaşlara verilen kurbanların verilmemesi demektir. Açlık ve sefalete verilen kurbanların verilmemesi demektir.
Remzi Kaptan
|