Benliğe Lanet
Her insan, istisnasız her insan özeldir, değerlidir ve kutsaldır.
Her insanın bu dünyaya gelmiş olmasının, canının (ruhunun) bir beden sahibi olmasının bir anlamı vardır.
Her insan değerli ve özel olduğu için bunun bilincinde olarak bir yaşamın sahibi olması gerekiyor.
Yani anlam yüklü, verimli, hakikatlerin bilincinde veya en azından arayışında olan, varoluşa anlam veren veyahut verme çabasında olan bir yaşamın.
Kendini bilen, ham ervahlıktan çıkıp kemalete ulaşan, özünü bilip onunla bütünleşen bir yaşamın...
Bu her insan için böyle midir?
Hayır, değildir.
Hayatımızı çoğu zaman bu soylu amaçlar ve asıl gerçek amaçlar yerine, başkalarının bize dayattıkları ve benimsettikleri ile yaşıyoruz.
Bu noktada hayatımızı, bize bahşedilen mucizeyi görmeden-bilmeden-farkına varmadan yaşayıp gidiyoruz.
Başkaları için fedakarlık yapıyor, kendi hayatımızı verebiliyoruz.
Çoğu kimse o soylu hakikatlerden uzak bir şekilde yaşamını başkalarının dayattıkları ile yaşıyor, daha doğrusu yaşamadan, bu dünyadan bir şey almadan ve bir şey katmadan, geldiğinin farkında varmadan öylece çekip gidiyor
Geldiği gibi gidiyor ve bu boş ve anlamsız hayatı sanki onurluca yaşamış gibi bir anlayışında sahibi oluyor.
Yani kendisini bilmiyor, birey olamıyor, gerçek özü yakalayamıyor ve hayatını başkalarını mutlu etmek için boş yere harcıyor.
Başkalarını mutlu etmek, onlara destek ve güç vermek elbette kötü değil.
Ailemiz, sevdiklerimiz, toplumumuz ve değerlerimiz için çaba sarf etmek ve bedel ödemek elbette kötü değil.
Lakin bunu yaparken kendimizi tümden ihmal ettiğimizde, kendimizi başkalarının bitmez egolarının kurbanı ve hizmetkarı yaptığımızda veya birileri zevk u sefa içerisinde yaşasın diye kutsal diye belletilen vatan-millet-toprak-din adına hayatımızı yok yere o zevk sahiplerine sunduğumuzda, ortaya bir yamukluk ve tuhaf durum çıkıyor.
Ve çoğu kez aileye, devlete, toplumuna hizmet diye egolara, birilerinin iktidarda kalmasına hizmet etmiş oluyoruz.
Kutsallara ve değerlere değil, onları kullananlara hizmet etmiş oluyoruz.
Budur doğru olmayan ve bizlerin hayatını anlamdan uzak yaşamamıza neden olan.
Peki nerede başlar değerlere hizmet etmek ve kendini kullandırmak?
Nerede en yakınlarımızın egosunun kurbanı oluyoruz veya ailemize-sevdiklerimize sahip çıkıyoruz?
Bunların sınırları nelerdir?
Bunları biraz açalım.
Öncelikle inançsal bağlamda benlik kavramını biraz irdelemek gerekiyor.
Alevi literatüründe sıkça karşımıza çıkan bir kavramdır benliğe lanet deyimi.
Neden Alevi inancı böyle bir kavramın içselleştirilmesi gereğini duymuştur?
Benliğe lanet etmek ile kişi hangi mertebeye ulaşıyor?
Benliğe lanet getirmek bir eğitim yöntem imidir?
Alevi ahkamında, erkanında, teolojisinde lanet kavramı çok az ve yerinde kullanıldığı halde neden benliğe lanet tüm bunların ötesinde yaygın olarak kullanılıyor?
Benliğe lanet etmekle, kişinin ben olmasından, birey olmasından vazgeçmesi mi öngörülüyor?
Öncelikle belirtmeliyim ki Alevilik inancı insanın huzuru, mutluluğu ve anlam dolu bir hayatı olması için vardır.
Alevilik; insanın varoluşa layık ve cevap vermiş bir şekilde, her anı mucizevi bir şekilde yaşaması için vardır.
Yani Alevilik inancı insan için vardır.
İnsan Alevilik için değil, Alevilik insan içindir.
Alevilik; insanın gerçek manada bu dünyaya geliş sebebinin bilincinde olması ve bu bilinç ile yaşamanın her anını yaşamasının adıdır.
Dolayısıyla Alevilik inancındaki her söz, eylem buna yöneliktir ve böyle algılanmalıdır, yani hiç bir söz öylesine, nedensiz söylenmemiştir.
Benliğe lanet etmek de bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Ama bu değerlendirilme yanlış anlaşılıyor veya eksik yapılıyor.
Benliğe lanet etmek; kişinin dünyevi benliklerden sıyrılıp asıl benliğine kavuşmasıdır.
Dünyevi olan hırs, öfke, kibir, kıskançlık, haset, nefret ve benzer olumsuzluklardan arınmak; insanın yaşamın güzelliklerinden mahrum kalması, yaşamın güzelliklerini ıskalaması anlamına gelmez.
Bilakis, çer çöp olacak şeylerden arınıp gerçek lezzetler ve güzellikleri yaşamasıdır.
Benlikten kasıt; kişinin birey olması, yaşamını iyi ve anlamlı yaşamaması demek değildir.
Benliğe lanet etmek, ham ervah olarak kalmış ruhsal gelişimin tamamlanmasıdır.
Bu kemalete giden yolda birilerinin hırsının ve iktidarının kurbanı olmadan yol almak gerekiyor.
Sevdiklerimizi sarıp saracak, kucaklayacak ve onlara sonsuz destek olacağız.
Ancak diğer yandan eğer bu tek taraflı bir olay ise ve birileri bunu kendi kurnazlığına bağlıyorsa; orada durmak gerekiyor.
En basiti; çocuğumuza 100 liralık ayakkabı alıyorsak ve kendimize ise 20 liralık ayakkabı alıyorsak; bu çocuğumuzu sevmek ve yüceltmek, ona verdiğimiz değer göstergesi değildir.
Kendimizi değersizleştirerek kimseye değer veremeyiz.
En doğrusu; çocuğumuza da 50 liralık alalım, kendimize de.
Biz de en az çocuğumuz kadar değerliyiz.
Biz değerlerimize bağlı kalacağız ancak değerlerimiz adına birileri bizden her şeyimizi, canımız da dahil olmak üzere talep ediyorsa, durup on defa düşüneceğiz.
Değerler önemli, ama benimde varlığım değerler kadar önemlidir.
İnancımızda olan şu temel kriteri her olay ve durumda uygulayamasak bile bir çok olay ve durumda uyguladığımızda daha net bir sonuç alır ve bu sonuç üzerinden hareketlerimize, davranışlarımıza yön verebiliriz.
İnancımızda ki bu ilke; insanın merkezde olma ilkesidir.
İnsan değerlidir, yücedir, kutsaldır ve özeldir.
İnsanın yaşamına kast eden, huzurunu bozan, kötüleyen, hiçleştiren, kullanan, değersizleştiren her neyse ve kimse ona kurban olmamak, onun için yaşamını vermemek gerekiyor.
Yaşamak, anlamlı ve huzurlu yaşamak, verimli ve dolu dolu yaşamak esastır.
Buna hizmet ediyorsa fedakarlıklarımız, duyarlılıklarımız eyvallah, yoksa o fedakarlıkları sorgulamalı ve bunların kimin işine geldiğinin bilincinde olmalıyız.
Sen değerlisin, özelsin ve esassın, gerisi de buna göre şekillenmelidir.
Remzi Kaptan
|