Candaşım, İkrarım, Yoldaşım, Tamamlayanım
Ne güzel demiş şair: “yokluğun cehennemin öbür adıdır.”
Oysa deseydi ki şair, “ölmek -sonu cehennem olsa dahi- seninle anlam taşıyor.
Yaşamak ise, -sensiz cennet olsa bile- bir değer taşımıyor,” ne güzel uyardı bana.
Yaşamayan ne bilsin ki.
Oysa gerçek budur.
Yaşanılıyor en anlatılmaz şekliyle o candaşlık, yarenlik, tamamlanma hali.
Kime ne anlatacaksın ki?
Her şeyin hesaba ve kitaba uygun halde yaşanıldığı, yapay mutlulukların esas olduğu, biçimin ve görselliğin baş tacı edildiği zamanlarda.
Kime ne anlatacaksın, nasıl anlatacaksın ki?
Ölümsüz sevdaların, can (ruh) bütünlüğünün olduğunu, bunun sadece geçmişte kalan veya masallarda işlenen bir konu değil, gerçekten de yaşanıldığını, kime nasıl ve ne şekilde anlatacaksın ki?
Candaşım, canım, yoldaşım, yarenim, tamamlayanım.
Sen yoksun ve ben nefes alamıyorum.
Göğüs kafesime sığmaz oluyor yüreğim.
Gözlerimde yaşlar durmaksızın akıyor.
Utanmıyorum, daha birileri görür diye, saldım kendimi.
Çorabımın tekini giyinmeyi unutmuşum, öyle çıkmışım dışarıya, vurmuşum kendimi yollara, gözlerimde dinmez yaşlarla.
Yürüyorum, yürüdüğüm yollara aldırmaksızın, neye nasıl bastığımı bilmeksizin.
Yarenim, candaşım, yapılır mıydı bu bize…
***
Cehennemin, yani yokluğunun ikinci günü.
“Geçer” deniliyor, “bu da geçer” diyorlar.
Geçer geçmesine de, nasıl geçer?
Geçene dek ben, daha ben olarak kalır mıyım?
Sahi ben bir daha ben olabilir miyim ki?
Hep yarım, eksik, yenilgili ve yoksun kalmaz mıyım?
Gülümsemem olur mu daha?
Yediklerimden tat alır mıyım, gördüklerimden bir şey anlar mıyım?
Kulaklarıma senin sesinin dışında ses gelir mi?
Ya bakışlarım, her şeyi seninle bütünleştiren bakışlarım senden başka bir şey görür mü?
Dilim lal olsun, seni konuşmazsa daha.
Bu parmaklarım bir şey yazmasın, içinden senin geçmediğin harflere basarsa.
Peki ya sen?
Ya sen ne alemdesin?
Biliyorum ki karşılıksız değildi hiç bir şey.
Biz hale haldaş, cana candaştık.
İkrar vermiştik bir birimize.
Tıpkı Bezm-i Elest'te Hakk'a verilen ikrar gibi.
Dönüşü olur mu bu ikrarın?
İkrarından dönenin hali nice olur bilmez misin yar?
Bilmez misin?
Bildiğin halde bunu bize nasıl yaparsın can yar?
Nasıl yaparsın, yüreğin nasıl el verir buna?
***
“Gitme candaşım, gitme” dedim defalarca.
“Gidersen daha ben, ben olamam,” demiştim.
“Gitme candaşım.”
“Gitme” demiştim sana.
“Daha sana türküler söyleyecek, deyişleri izah edecek, en sırlı şiirleri aşikar edecektim.”
“Gitme” dedim, “gitme.”
Oysa sen gittin.
Ve sen gittin, çiğneyerek tüm yeminleri, sadık kalmayarak ikrarına…
Oysa seni son bir defa göreydim diledim candaşım.
Göreydim, göreydim de öyle öleydim candaşım.
Göremedim, gittin, arkana bakmadan.
Seni bulmak için binlerce yıl devir yaptım.
Seni ne çok aradım, oysa ne kolay yitirdim.
Bu can daha ne neyler nirvanayı, kemaleti…
Sen yoksun, daha bir anlamı yok tüm bu devirlerin, çilelerin, zahmetlerin…
Anladım ki yine bir başımayım.
Şu sonsuz kainatta tekim, bir candaşım yok daha.
Candaşım yoksa nirvanada, kemalette, olgunlukta, devr-i daimlikte yok…
Oysa candaşımla cehennemin en dip noktası dahi Firdevsi Ala'dır.
***
Yara iyileşir mi?
Kabuk çözülse dahi yaralar iyileşir mi?
Olunur mu daha eskisi gibi?
“Eskisinden de iyi olacak” sözü, sadece söz işte…
Bir şeyin iyi olduğu, olacağı yok.
Yara olduğu gibi duruyor, iyileşmiş gibi görünüp düşen sadece kabuktur.
İyileşmeyen yara günde güne tüketir bedeni.
Önemi yok oysa bedenin, yürek zaten tükenmemiş mi…
***
Uyuyamıyorum, hep yarı uyanık yarı uykulu bir haldeyim.
Yatağa giresim yok, girince çıkasımın olmadığı gibi.
Gözlerimi açıyorum, yokluğun düğüm düğüm boğazımda.
Hissettiğim tek şey acı.
Mideme inen kramplar, hiç bir ilacın güç yetiremediğinden...
Ağlamaklı her halim.
İnsanın yürümesi bile ağlar mı?
Sevgisi büyük olanın acısı da büyük oluyor.
Büyüklüğün kıstası, kıyaslaması yok işte.
Yaşayan bilir bu acının ne olduğunu, nasıl dile gelmez olduğunu, tarif edilemez olduğunu.
***
Ve söz bitti…
Remzi Kaptan
|