İyiliklerin Karşılığı Nankörlük müdür?
Mevsim sonbahar, vakit akşama doğru olmasına karşın güneşin sıcaklığında bir eksilme olmamıştı.
İnsanlar ve diğer canlılar bulabildikleri gölgeliklere sığınmış havanın biraz serinlemesini bekliyorlardı.
Hz. Ali ve bir grup arkadaşı, Hazreti Ali’nin dikmiş ve emek vererek büyütüp geliştirmiş olduğu ağaçların altında sohbet ediyor, hayata ve dünyaya dair düşüncelerini paylaşıyorlardı.
Daha çok Hz. Ali’ye sorular soruyorlar, yaşam ve dünya üzerine Hazreti Ali’nin değerlendirmelerini, düşüncelerini alıyorlardı.
Sohbetler yapılırken, Medine’nin o dayanılmaz sıcaklığına inat silahlarını ve zırhını kuşanmış bir adam muhabbet eden Hz. Ali ve arkadaşlarının önünden arkasından toz bulutu bırakarak geçti.
Geçerken yüzünde öyle bir öfke ve nefretle Hz. Ali’ye baktı ki, Hazreti Ali’nin arkadaşları o an neredeyse ayağa kalkıp o tanımadıkları adamın peşine düşeceklerdi.
Hazreti Ali onları engelledi.
Gruptan birisi “Ya Ali bu adam seni öldürecek” dedi.
Hazreti Ali kendinden emin bir şekilde “hayır, bu şahıs beni öldürmeyecek” dedi.
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diye sordular Hazreti Ali’ye.
Hz. Ali de: “ben ona iyilik yapmadım ki o beni öldürsün” diye cevap verdi.
Sonrasında sohbetleri iyilik, inkar ve nankörlük üzerine gelişti, devam etti.
“Ben bütün kaleleri yıktım, fethettim fakat inkar kalesini fethedemedim, yıkamadım”.
Bunu söyleyen Hazreti Ali'ydi.
Devam etti Hazreti Ali sözlerine: “İnsanlara iyilik yaptığımızda karşılığında bırakalım bir teşekkür almayı genellikle kötülükle karşılaşırız.
Biz kötülükle karşılaşacağız diye iyilik yapmaktan vaz mı geçeceğiz?” diye sordu Hz. Ali.
Onu can kulağı ile dinleyenler cevap vermeyince sözlerine devam etti.
“Kötü kötülüğünü yapmaktan vazgeçmiyor, yapılan iyiliğin, verilen değerin kıymetini bilmiyor diye biz iyilik yapmaktan vaz mı geçeceğiz?
Elbetteki hayır.
Biz kötünün kötülüğüne rağmen iyilikte bulunmaya devam edeceğiz.
Fakat sevgili yarenlerim, dostlarım, bizler insanlara iyilik yaparken bunun yanında insanları ıslah da edebilmeliyiz.
Yani onları eğitebilmeliyiz, onların bilinçlerini ve farkındalıklarını geliştirmeliyiz.
Bu olmadığı sürece bütün iyiliklerimiz olumsuzlukla karşılanır, olumsuzlukla karşılanmasa dahi nankörlükle sonuçlanır.
Fakat bilinci ve farkındalığı gelişmiş olan insanın durumu ayrıdır.
O insana yapılan yardım, edilen iyilik misliyle yapılana geri döner.
Diğer yandan iyilikte bulunmak, birisine yardım etmek aslında beklentisiz ve karşılıksız olmalıdır.
Makbul olanı özünde budur.
Zaten eğer kişi belli bir imana, ahlaka, edep erkana sahibi ise yapılan iyilikleri unutmaz ve imkanları olduğu sürece mutlaka bir karşılık verir.
Fakat insanların geneli yapılan iyiliklere olumsuz karşılık verirler.
Vermedikleri zamansa yapılan iyilikleri inkar ederler.
'Bütün kaleleri fethettim inkar kalesini fethetmedim' dediğim husus buydu.
Nankörlük; gelişmemiş, cahil, edep erkan noksanlığı olan insanlarda çoktur.
Yine bu noktada önemli bir hususta, bir kimseye yüz defa yardım edersiniz, sizden istediklerini yerine getirirsiniz, fakat bir gün olur imkanımız olmamıştır ve bir isteğini yerine getirememişsinizdir.
İşte böylesi bir durumda o kimse yapılan yüz iyiliği görmezden gelir fakat imkansızlıktan yapılmayan bir yardımı da esas alır ve sizi destek olmamakla hemen suçlayabilir.
İşte iyiliğe kötülükle karşılık vermek, iyiliğe nankörlük göstermek budur.
Peki sevgili candaşlarım bizler ne yapacağız?
Bizler insanlara iyilik yapmaya, yardımda bulunmaya devam edeceğiz,
Gücümüz ve imkanlarımız oranında bize ağzını çeviren birisini geri göndermek bizlere ve asalet sahibi her insana yakışmaz.
Fakat bütün bu benim söylediklerimin bilincinde olarak insanlara iyilik etmekle beraber, aynı zamanda insanları ıslah edeceğiz, eğiteceğiz, nankör olmamalarını öğreteceğiz, iyiliğe kötülükle karşılık vermemeleri gerektiğini anlatacağız.
Ve aslında bütün bunların inanç ilkeleri olduğunun altını çizeceğiz.
Evet, birileri inancı biçime indirgemiş olabilirler ve yine inançtan anladıkları gösteriş olabilir.
Fakat inancın özü; insanın Hakk'ı bilmesi ve hakikatler ile yaşamını yaşamasıdır.
Bu da kemalet gerektirir.
İşte inanç insanı kemalete ulaştırma yoludur.
Bütün bu kurallar, ilkeler bunun içindir.”
Hava serinlemiş, gökte sayısız yıldız ve aydınlık bir ay belirmişti.
Hz. Ali'nin söyledikleri ile alakalı olarak onun yarenleri kendi aralarında tartışıyor, kendi özlerini bu doğrultuda yoklarlarken, Hz. Ali ay aydınlık gecenin sahibine yaşadığı her an için şükür ediyordu.
Remzi Kaptan
|