Hz. Ali'nin Aşıklarıyız
Remzi Kaptan
remzi.kaptan@yahoo.com
Her aşkta olduğu gibi Hz. Ali'ye olan aşkta anlatılmaz, ancak yaşanınca anlaşılır.
Hz. Ali'nin asil nuru bir bedene girmiş olarak dünyaya (598) geldiği ilk gün (kişilik bilincine ulaştığı andan itibaren) Ali'ye olan aşk başlamıştır. Bu aşk, aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen tutkusundan hiç bir şey yitirmeden günümüze kadar sürmüştür ve inanıyoruz ki insanlık var oldukça Ali'ye olan tutkulu aşkta var olacaktır.
İnsanlık tarihi, tarihi şekillendirmiş, akışını değiştirmiş, yön vermiş, uygarlıklara esin kaynağı olmuş, sayısız insanın ölümüne, yoksulluğuna ve yine sayısız insanın refahına sebep olmuş çokça kişiliklerle; yiğit ve kahraman kişiliklerle, bir işaretiyle milyonları ölüme gönderecek kadar güçlü kişiliklerle doludur. Akıl almaz dehalar olan bu önder kişilikler, yetenekleri oldukça gelişmiş olan bu liderlerin yaşadıkları zaman çokça sevenleri olmuştur. Onlar için insanlar ölüme gitmişlerdir. Dediğimiz gibi bunlar insanlığın kaderinde etki sahibi olmuş kişiliklerdir. Ancak Hz. Ali bütün bu kişiliklerin üzerinde olan bir kişiliktir. Dolayısıyla Hz. Ali'ye olan aşk, bağlılık, sadakat bu tür lider kişiliklere olan ilgiden farklı bir ilgidir. Bu anlamıyla Hz. Ali insanlık tarihinde sayısız örnekleri olan, tarihe yön vermiş bir kişilikten öte bir anlam ve önemdedir. Bu tür liderler öldükten kısa bir süre sonra unutulup giderler, oysa Hz. Ali şahadetinden asırlar sonra –ve gelecekte de- unutulmak bir yana, hala milyonlarca insanın inanç ve fikir hayatında yer almaya devam ediyor. Bu yer alış tutkulu bir aşk, ihanet kabul etmez bir bağlılık, ölümüne bir sahiplenme olarak hayata yansıyor.
Hz. Ali gerçekliğine olan ilgi, Hz. Ali'ye olan aşk asırlardır devam ediyor. İlk günden günümüze kadar sayısız insan onun nurlu yolundan gitmeye çalışıyor. Onun erdemlerini benimsemeye, ilkeleri doğrultsun da bir yaşam sahibi olmaya çalışıyor. Hala sayısız insan ona ve nurlu ailesine yapılan haksızlıklara lanetler ediyor. Yaşadığı zulümler için, çektiği acılar için göz yaşı döküyor. Onun dostlarına dost, düşmanlarına uzak durmayı (Tevella-Teberra) ilke olarak benimsiyor.
Eğer asırlardan günümüze Hz. Ali'nin her adı geçtiğinde insanların yürekleri titriyorsa ve insanlar yüreklerinin derinliklerini ona açıp en güzel yeri ona veriyorlarsa; ortada bir çok yönüyle incelenmeye değer bir şahsiyet var demektir.
Nedir Hz. Ali'yi böyle çekici kılan, cazibe merkezi haline getiren?
“Cihanın temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi. Yer resmedilinceye, zaman husule gelinceye kadar var olan Ali idi. Veli, vasıy olan Şah Ali cömertliğin, keremin, bağışın sultanı Ali idi.
Aliden ötürü melekler Ademe secde ettiler. Adem de, Şit de, Eyyup da, İdris de, Yusuf de, Yunus da, Hud da, Musa da, İsa da, İlyas da Salih peygamber de, Davud da Ali idi.
Nefsin tamamından ötürü cihan sofrası üzerinde elini bulaştırmayan kahraman aslan Ali idi. Kur an’ın yer yer tanrının ismetini vasfı ile övdüğü kur’ an sırlarının kâşifi Ali idi.
Kapısının toprağı kadir ve kıymette arşın semasından daha ileri geçen, o durumda hakka secde eden arif Ali idi. İslam yolunda iş düzelmedikçe, durup dinlenmeyen o şerefli ve karlı Şah Ali idi. Heyber kalasının kapısının bir hamlede koparıp açan o kalalar fatihi Ali idi.
Afaka her bakışımda gördüm ki, yakin yüzünden her varlıkta var olan Ali idi. Bu küfür olmaz, küfür olan söz bu değildir. Cihan var oldukça Ali var olur, cihan var olurken de Ali vardı.
Tebriz’in Şems-ül Hakkı cihanın gizli ve açık sırlarından her ne gösterdiyse, hepsi de Ali idi.”
Mevlana
Sanırız sorumuzun cevabini Mevlana'dan daha güzel kimse veremezdi. “Cihan var oldukça Ali var olur, cihan var olurken de Ali vardı”. Bu cümleden sonra daha ne denilebilir ki? Diyeceğini dolambaçsız olarak dile getirmiş erenler.
Hz. Ali'ye olan aşkı birazda gönül ve sezgi ile anlamak gerekiyor.
Yine sözü Mevlana'ya bırakalım.
“O açıklayıcı imam, o Allah velisi safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekanda, zamanda Hak'la duran o imamın zatı, iç ve dış temizliği ile vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir...
Onun toprağı birlik alemidir. O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Herşey fanidir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zatı gibi O bakidir. Hakkın yüksek sıfatları Ali'nin vasfıdır. Hakk'ın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrı'nın zatına yapışmış "O" olmuştur. Hani duyduğun lahutun gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, Hak'tan Hak'la görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksat, yüce Ali'dir. Hakkın hikmetini ondan başka kimse bilemez. Zira o hakimdir, her şeyin bilginidir.
İptidasız evvel o idi, sonsuz ahir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velilerin gören gözü de hakikaten odur. Yüzünün nurlu parıltısı, kendi ziyasından bir güneş yarattı. O, Hak iledir; Hak ondan görünür. Hakka ki, o Hak ile ebedidir.
Ademin toprağı onun nurundan idi, o sebeple meleklerin tacı oldu; Allah'ın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde Adem, her şeyi anladı. O nur tek olan yaratanın nuru olduğu içindir ki, melekler onun huzurunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Adem, O imamın nuru ile bütün ilahi isimleri bildi...
Şit, kendinde Ali'nin nurunu gördü ve yüksek alemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da beladan kurtulmuş oldu. Halil peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lale oldu. Nemrudun ateşi, o Allah'ın dostuna hep gül, nesrin, lale oldu. Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail'e kurban etti. Yusuf kuyuda onu andı da, o saltanat mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf'un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran'ın oğlu Musa, onun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: "Yarabbi! Bana bu lutfundan bir alamet ver." Hak ona: "İşte sana nurlu eli verdim" dedi. Gene Ali'nin vergisidir ki, Meryem'e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi...
O, şeriatte ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte ise iki cihanın beyidir. İki cihanın sultanı Muhammed, hakka yakınlık gecesinde, Allah'a kavuşmanın harem yerinde onun sırrını gördü. Ali'nin nutkunu, Ali'den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali'den başka bulunmaz.
Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O, susmaz, söyler. Ebedi ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakikat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı: -Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur.
Allah'a içi doğru olanlar yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zira o şahtır, doğru yolu gösterendir, efendidir...
O, bütün peygamberlerin sırrında idi. Cenabı Mustafa: -Benimle açıkça beraber bulundu, dedi.
Dinde evvel, ahir o idi. Allah ile içli dışlı o idi...
İşte bunları söyledim ki, bu yüksek mananın nüktesini öğrenesin de yüksek velayete eresin. Sence apaçık bilinsin ki, hakikatte yüce olan O'dur.
Ey efendi, benimle boşuna kavga etme. Bu böyledir. Hakikat budur ki, hepimiz bir zerreyiz, güneş odur. Biz hepimiz damlayız, deniz O'dur”.
|