atag logo1

Alevi Toplumu-Alevitische Gemeinde

ATAG e. V.

Tauben Str. 20,  70199 Stuttgart

email: alevitentum@yahoo.de   tel: 0173 780 56 17

Home/ Ana Sayfa

Kontakt

Spende/ Bağış

Remzi Kaptan

Sorularla Alevilik

Çocuklarımıza Aleviliği Nasıl Öğretebliriz?

Cem

Alevi Duaları- Gülbank

Die Alevitische Lehre

Alevi Teaching

Het Alevitisch Geloof

Ensenanzas del Alevismo

Doutrina Alevi

La Dottrina Alevi

Kitap/Bücher

Ya Xızır Tue Esta

Neden her dara düştüğümde, her zorluk ve sıkıntıda farkında olmaksızın “Ya Hızır” diyorum?

Kimdir Hızır?

Bu zorlu zamanlarda Hızır gerçekten bana yardım ediyor mu?

Hızır sözünü ilk ne zaman ve kimden duyduğumu tam olarak hatırlamıyorum.

Hatırladığım, benim ailemde -en çok da nenem ile dedem- daima Ya Hızır derlerdi.

Öyle sadece özel zamanlarda değil, her zaman derlerdi.

Misal ayağa kalkarken, bir işi bitirmiş olmanın rahatlığında, bir işe başlamanın ilk anında, yorgunlukta, sakinlikte daima dile gelirdi Hızır.

En çok da dualarda dile gelirdi.

Veya tam olarak hatırlamıyorum, bilmiyorum, belki Hızır başlı başına bir duaydı.

Sabah güneşinin ilk sıcaklığı yüzüme ve tenime değerken, nereden ve ne çağrışımla aklıma geldiğini bilmiyordum Hızır'ın.

Oysa her zaman ki gibi iş yerime gelmiş, yapılması gerekenleri yapmış ve daha sonrasında adeta ritüel haline getirip her gün yaptığım gibi Bodensee'nin serin sularına dalmış, yarım saat kadar yüzmüştüm.

Sonrasında çalıştığım kafe restoran karışımı iş yerimin terasında kendime günün ilk kahvesini hazırlamış, yüzüm güneşe dönük şekilde içmeye başlamıştım.

Her gün böyle yaparken, bu gün nedense aklıma ve irade dışı olarak dilimde Ya Hızır sözü var.

Oysa yıllardır hep aynı şekilde yaşıyorum, aynı yerde çalışıyor, aynı şeyleri yapıyorum.

Elbette eskiden de Hızır ile ilgili düşünceler veya sadece zaman zaman Ya Hızır dediğim oluyordu.

Bu gün ise bütün bunlardan farklı olarak neredeyse aralıksız şekilde aklıma ve dolayısıyla gayri ihtiyari olarak dilimde de sürekli olarak Ya Hızır sözü geçiyor.

Belki çocukluğumla alakalı bir şeydir, bilemiyorum.

Çocukluğum Dersim Ovacık'ın bir köyünde geçti.

Gözelerin serin sularında kana kana içmişliğim, kaç bin metre yükseklikte olduğunu bilmediğim yaylarda ve bu yaylaların bazılarında biraz önce yüzdüğüm Bodensee kadar olmasa da göllerinde – ki o su birikintileri bizim için o zamanlar kocaman göllerdi- geçti.

Doksanlı yılların çatışmalı döneminde zorunlu olarak ilk önce Erzincan'a göç ettik ve ardından yine zorunlu olarak Yalova'ya göçmek durumunda kaldık.

Oradan da işte yıllardır yaşadığım Almanya'ya geldim.

Şimdi böyle düşünürken ne kadar basit ve sorunsuz geliyor bana.

Oysa ne acılar, ölümler, yıkımlar ve yenilgilerle doludur şu 40 yıllık ömrüm.

Belki bütün bunlardan dolayıdır Ya Hızır deyişim.

Belkide Hızır bir bilinçtir?

Nerede kalmıştım, evet Yalova'da.

Yalova'da da kalmadım.

Daha henüz 18 yaşına bile girmemişken uzak bir akrabamın aşırı ilgisi ve çevremdekilerin beni yönlendirmesiyle Almanya'ya ithal gelin olarak geldim.

Yine demesi ne kadar kolay ama yaşayanlar ancak bilir yaşananların ne kadar zor, yorucu ve adeta ömürden ömür alıcı bir şey olduğunu.

Köyde doğdum, 9 kardeştik.

Daha çok yaylaya çıkar, hayvancılık yapardık.

Her gün çatışmaların olduğu, bir gün önce gelip bizden ekmek alanların ertesi gün çatışmalarda paramparça olduğu zamanlardı.

Bu zamanlarda ölüm her an baş ucumuzdaydı ve bizler binlerce yıl yaşadığımız o coğrafyayı terk etmek zorunda kalmıştık.

Çok uzağa gitmemiştik ama bir kere gitmiştik ve biz gider gitmez evimizi bahçemiz ile beraber yakıp yer ile bir etmişlerdi.

Daha geriye dönüşü olmayan bir yolculuk başlamıştı.

Erzincan'da tutunamamış kısa süre sonra Yalova'ya gelmiştik.

Kardeşlerimden erkek olanlar inşaat işlerinde çalışmaya başlamış, babam yeni yeni gelişmekte olan sitelerden birisinde bekçilik işi bulmuştu.

Annem bu site evlerine 2 ablamla temizliğe giderken bende küçük kardeşlerime bakıyordum.

Derken uzaktan akrabamın Almanya'dan ziyareti ve ben daha neyin ne olduğunu bilmeden kendimi evli, hamile olarak bambaşka bir diyarın içinde bulmuştum.

Dili öğrenmem, evliliğe alışmam, çocuğun sorumluluğu derken, bunca karmaşa içinde ve sorunla boğuşurken eşimin beni terk etmesi ve 1,5 yaşında oğlumla bir başına kalmam...

Almanya sosyal bir devletti fakat ben kabullenmiyordum bu durumu.

Direnmeliydim, gelişmeliydim, hayatımı sosyal dairenin kapısında geçirmemeliydim.

Günde iki saat temizlik işi yaparak başladım şimdi terasında en yüksek mevkide sorumluluk sahibi olduğum bu kafe restoranın.

Süreç içerisinde işime dört elle sarıldım ve iş saatlerimi 2 saatten dörde çıkardım.

Sadece temizlik yapmıyor, mutfakta yardımcı olarak çalışıyordum.

Yaz sezonu günlük on binlerce euro ciro yapan, kışın ise daha sakin olan bu iş yerinde adım adım çalışkanlığım ve azmimle ilerledim, sorumluluklar aldım.

Yaz döneminde 20'den fazla personelin çalıştığı bu yerde yıllar geçtikçe tüm sorumluluğu üzerime aldım ve bu sayede küçükte olsa bir hissenin sahibi oldum.

Hayat ne ilginç ve ilginç olduğu kadarda garip.

Dersimde Ovacık'ın bir köyünde doğmak, güzelliklerin hakim olması gereken dağlarında ölümlere tanıklık etmek, sonrasında Marmara denizinin kıyısında Yalova'ya göçmek ve sonrasında daha önce hiç bir şekilde adını dahi duymadığım Bodensee'de yaşamak...

Bodensee diyorum ama Türkçe'de daha çok Konstanz Gölü olarak geçiyor.

Üç ülkenin (Almanya, Avusturya ve İsviçre) sınırlarının kesiştiği Avrupa'nın en büyük üçüncü gölü burası.

Binlerce yıllık tarihi, kültürel mirası, birden fazla adası ile her yıl yüz binlerce turisti çeken bir merkez.

Herkesin tatil yaptığı bu yerde ben yaşıyorum.

Hayat bütün bu halleriyle garip değil mi?

İşte biraz önce Konstanz Gölünün serin sularında yüzdüm, -evet ben, Dersim Ovacık dağlarının kızı, Manzur'a ayaklarını bile koyamayan ben Konstanz gölünde yüzüyorum-.

Ardından hiç kimsenin bana karışmadığı, sorumluluğunu benim üstlendiğim ve bir hissesi bana ait olan iş yerimde güneşin tadını çıkartmış, kahvenin damağımda bırakmış olduğu o güzel lezzet ile bütün bunları düşünüyorum.

Ya Hızır tue esta.

Ne oldu bu gün, ne özelliği var ve ben neden durmaksızın Hızır'ı düşünüyorum ve dilimde o kavramı tekrarlıyorum: Ya Hızır tue esta.

Evet, sen varsın Hızır, bundan şüphe etmedim ki.

Varsında nedir bütün bunlar?

Çalışanlar teker teker gelmeye başladı, derken öğlen oldu ve Bodensee manzaralı terasımız tıka basa müşterilerle dolmaya başladı.

Bunca telaş ve hengame içerisinde benim sabahki düşüncelerim dağıldı, Hızır ne aklıma geldi, ne dilime düştü.

Öğlen servisi bitince günün ikinci kahvesini elime alıp göle atlayıp yüzmek için oluşturulmuş platforma doğru yürüdüm.

Öğleden sonrasının çok sıcak olmayan o güzelim güneşinin tadını çıkartmak ve her zaman yaptığım gibi Konstanz gölünün tadına doyum olmaz manzarasını izlemek için platforma oturdum.

Ayaklarım platformdan sarkarken ben elimde kahve fincanı ile kah gözlerimi kapatıyor kah açıp manzaraya bakıyordum.

Gözlerimi açtığım bir sırada benden tahminen yaklaşık 200-300 metre ileride yelkenli bir teknede birisinin aralıklarla elini bana doğru sallamaya çalıştığını fark ettim.

İyice dikkat kesildiğimde elini sallamak istiyor ve bunu çok yapamadığını görüyordum.

Neydi bu, bir yardım işareti mi?

Hiç düşünmeden suya atladım ve yelkenli tekneye doğru yüzmeye başladım.

Vardığımda teknede 60-65 yaşlarında yarı baygın şekilde bir adam buldum.

İşim gereği her yıl düzenli olarak ilk yardım dersleri alıyordum.

O derslerden öğrendiklerimden anlıyordum ki bu kişi kalp krizi geçiriyordu.

İlk işim adamı en uygun pozisyona getirmek oldu.

Bilinci gidip geliyordu.

Tekneyi kullanmasını bilmiyordum ondan dolayı iş yerinde olanlara bağıra çağıra kendimi hatırlattım ve onlara ilk yardımı aramalarını söyledim.

Aradan çok uzun bir zaman geçmeden birden fazla ilk yardım ekibi geldiler.

Onlar hastaneye giderken bende iş yerimin yolunu tuttum.

Aradan bir kaç gün geçince elinde güzel bir çiçek ve yanında eşi ile o gün yelkenli teknede yardımına koştuğum adam iş yerime geldi.

Bir kaç defa teşekkür ettikten sonra bana “Sie sind meine Schutzpatrone“ dedi.

Bana, siz benim için koruyucu meleğim oldunuz (Schutzengel) demiyordu, onun yerine Schtuzpatrone oldunuz diyordu.

Schutzpatrone'nin inancımızda karşılığı Hızır'dan başkası değildi.

İşte o an farkında olmadan yine Ya Hızır tue esta dedim.

Evet, Hızır vardı ve Hızır öyle uzakta değildi ve yine nenemin dediği gibi her dem inanan temiz yürekler için Hızır hazır ve nazırdı.

Ben bunca yıl farkında değildim, Hızır'ın benimle olduğunu, beni koruduğunu.

Ortada öyle çelişki ve gariplik yoktu.

Her şey yerli yerindeydi.

Bunca çıkmaz ve zorlukları aşmıştım ve kendi başıma aşmamıştım, Hızır her an benimleydi ve ben fark etmiyordum.

İşte şimdi benim Hızır olma, Hızırlaşma zamanımdı.

Remzi Kaptan

 

 


Statistiken

 

Anrede:
Ihr Vorname:
Ihr Name:
Telefon-Nummer:
eMail:
Grund Ihrer Nachricht: Ich habe eine Frage
Ich habe einen Vorschlag für Ihre Seiten
Ich habe eine Kritik anzubringen
Text:

 

Kopieren nur mit Quellenangabe/Kaynak gösterilmeden kullanilamaz!