Yenilgilerimizi Kabullenmek
Hayatımızda yenilgilerin olması, başarısızlıkların olması demek, bizlerin umutsuz olması, mücadeleyi bırakması demek değildir.
Yenilgiler alabilir, çokça başarısızlıklar yaşayabiliriz.
Fakat asıl yenilgi, yenilgimizi kabul etmemek, gerçeklikten uzak yaşamak ve hayatın içinde karşılığı olmayan söylemlerle yenilgilerimizi yok saymamızdır.
Bireyler gibi toplumlarda gerçeklikten koparlarsa, sonuçlarını çok daha kötü şekilde yaşarlar.
Alevi toplumu olarak (daha doğrusu hizmet etmeye çalışanlar olarak) bizler şu an kendi gerçekliğimizi bütün boyutlarıyla görmek, bilmek ve buna göre bir tavır geliştirmek yerine, adeta gerçekliğimizin üzerini nasıl daha iyi kapatabiliriz çabasındayız.
Şüphe yok ki biz Aleviler son 60-70 yılda büyük bir kayıp yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz.
Misal ben 15 yasında bir çocukken dernek ve cemevlerinde o zamanki yönetici canlar derlerdi ki; şu an 25 milyon Alevi var.
Ve ben geldim kırk yaşıma, aradan koca 25 yıl geçti artık diyemiyoruz ki 25 milyon Alevi var.
Oysa sayımızın çoğalması gerekirken muhtemelen biz yarı yarıya azaldık.
Gerçeğimiz buyken, bu yola hizmet iddiasında olanlar, bizler neyin kavgasındayız?
Nasıl kaybettiğimizi göremeyecek kadar kör olamayız değil mi?
Dört bir yandan kuşatılmışken, bizler daha neyin hizmetinden, başarısından bahsediyoruz ki?
Halen içi boş, hayatın içinde karşılığı olmayan sloganlar atmakla meşgulüz.
En büyük hedefimiz yüzde doksan anlaştığımız yüzde on farkımız olan diğer Aleviyi alt etmek.
Tüm enerjimizi kendimiz dışındaki Aleviye yöneltmişken, karşıtlarımız bizi elimine etmek icin elinden geleni yapıyorlar.
Ve biz bu elimine olma durumunu görmüyor-kabullenmiyor, sloganlarla bir şeyin değişeceğine inanıyoruz.
Yok öyle bir şey.
Kabul edelim yenildik ve büyük kaybettik.
Bunu kabullenmiyoruz ve halen direniyoruz, hizmet ediyoruz diye kendimizi kandırıyoruz.
Tarih ve toplum bilincimiz eksik.
Öfkemizin ilk hedefi diğer Alevi ve çalışmamız kendi küçük cemaatimize nutuklar atmak şeklinde oluyor.
Büyük resmi bir türlü göremiyoruz ve bunun için habire yanlışlar yapıyoruz.
Sünnilerin, Şiilerin, ideolojik örgütlerin, Hristiyan misyonerlerin hedefinde olan bir toplumken, bunu görmek ve buna karşın bir ortak akıl geliştirmek yerine, bize en yakın olan ama bir kaç noktada anlaşamadığımız Aleviyle uğraşıyoruz.
Hedefimiz bizi asimle eden, yok sayan, üzerimizde her türlü oyunu oynayan değil, bizim gibi olanın alt edilmesi ve mümkünse yok edilmesi şeklinde gerçekleşiyor.
Sahi şu an Alevi olan ama bazı noktalarda bizimle hemfikir olmayan Aleviler olmasa, biz çok mu başarılı olacağız?
Bu baş aşağı gidişatı durdurulabilecek miyiz?
Elbette ki hayır.
Peki böyleyse biz neyin kavgasını güdüyoruz?
Elbette umutsuz değilim.
Bütün bu geriliklere karşın, enerjimizi emen bu yanlışlara karşın yinede ortak aklın bir gün galip geleceğine inanıyorum.
Eğer bu gelişmezse zaten yok olup gideriz.
Varlığımız gittikçe azalır, dikkate alınmayan küçücük marjinal bir topluluk oluruz.
Gerçeğimizi kabullenmek ve görmek yerine boş sloganlarda ısrar edersek kaçınılmaz son budur.
Tarihe bakın bir, nice görkemli toplumlar bu gün yoklar.
Toplumların yok olmasını sağlayan karşıtları değildir, toplumun ortak aklını kullanamamasıdır.
Tüm farklılığa rağmen ortak noktalarda birlikteliğidir.
İşte kongre ve benzer yapılar burada devreye girer.
Dar örgütçülüğün, yapı ve grupçuluğun aşılması, ortak bağlayıcı kararların hayata geçirilmesidir.
Böylesi bir anlayışı bizlerin hakim kılması gerekiyor.
En başta aydın birikiminin, inanç önderi bağlayıcılığının/etkisinin derhal devreye girmesi gerekiyor.
Böyle olursa çalışmalarımız verimli hale gelir.
Bu anlayışı hakim kılmazsak, o kaçınılmaz sonu belki geciktiririz ama durduramayız.
Dilerim ve umarım ki yüreğinde ve bilinçlerinde zerre kadar itikat ve ikrar taşıyanlar bu aciliyetin farkına varırlar.
Remzi Kaptan
|