Çaldıran Savaşı
Remzi Kaptan
remzi.kaptan@yahoo.com
Safevi devleti ile Osmanlılar arasında meydan gelen ve tarihe Çaldıran Savaşı olarak gecen savaş, Alevi toplumunun tarihindeki önemli olaylardan biridir. Bu savaşın öncesini, savaşın gidişatını ve sonuçlarını biraz tartışmaya çalışacağız.
1500lü yılların başında Şah İsmail'in önderliğinde Aleviler bir araya gelip Safevi devletini kurdular. Asırlardır inançlarını özgürce yaşamanın, değerlerini hakim kılmanın olanaklarından yoksun olan Aleviler, bu kurdukları devletle adeta nefes alır hale geldiler. Kısa bir zamanda bu devletin etki alanı dışında olan ve inançlarından dolayı çok büyük acılar yaşamış olan Alevilerde bu kurulan devletten güç alarak mevcut devlete dahil olmanın yollarını aradılar. Bu çalışmalar sonucu Safevi devleti yaklaşık 14 yıllık bir süre zarfında çok önemli bölgeleri devlet otoritesine dahil etti. Başka devletlerin otoritesi altında yaşayan Alevileri de bütün devlet gücüyle korumaya, kollamaya çalıştı. Bu 14 yıllık kısa zamanda çok uzun yollar alındı, Alevi toplumu hayatın her alanında -gecikmiş de olsa- bazı atılımlar yaptı.
Ne yazık ki bu olumlu çalışmalar başta Osmanlı olmak üzere diğer irili ufaklı Safevi devletini çevreleyen güçlerce bertaraf edilmeliydi. Çünkü Alevilerin var olması, kendi devletlerinde, inançlarını tam manasıyla özgürce yaşıyor olmaları, o güçlerce kabul edilemez bir durumdu. Bu güçlere göre Aleviler ve Alevilik inancı yalnızca onların egemenlikleri altında, onların izin verdiği ölçüde yaşanabilirdi. Bunun dışında, değil Alevilerin devlet sahibi olmaları, en küçük bir hakları dahi olamazdı. Asırlardır bu çark böyle dönmekteydi.
Bu anlayış çerçevesinde hareket eden Osmanlı devleti yöneticileri, Şah İsmail'in önderliğinde gelişip güçlenen Safevi devletine yönelik bir çok provokasyon ve oyun oynadılar. Bunların hiç birinde gereken sonuçları alamayan Osmanlı, sonuçta Safevileri ortadan kaldırmak için savaş kararı aldı. Kaynaklarda, alınan savaş kararı ve bu kararla beraber Osmanlı sınırları dahilinde olan veya Safevi devletine giden yolların üzerinde olan Alevilerin öldürülmesi için kadılardan, şeyhülislamlardan alınan fetvalar şöyle özetleniyor:
“Yavuz Selim, Safevi Devleti'ne karşı sefer yapmak için 200.000 kişilik bir orduyla Mart 1514'te Edirne'den yola çıktı. Yavuz, Anadolu'dan geçerken istihbarat raporlarınca daha önceden belirlenen, tespit edilen yaklaşık 40 bin Kızılbaş'ı öldürtmüştür.” Yavuzun ve Osmanlı devleti yöneticilerinin akıl almaz düşmanlığına kurban giden bu masum ve mazlum 40 bin kadın, çocuk, yaşlı, genç Aleviyle ilgili olarak Müneccimbaşı Tarihinde söyle yazılıyor: “Yavuz Sultan Selim Han, Acem ülkesine kesin savaş kararı verdiler. Ulemadan, Kızılbaşlarla savaşmanın caiz olup olmadığına dair fetva vermelerini istediler. Ulema, Kızılbaşlarla yapılacak savaşın, kafirlerle yapılacak savaşlardan daha üstün olduğunu bildirip, savaşın olurluğuna oy birliğiyle karar verdiler. Böylece önceden eyalet valilerinin saptamış oldukları 40 bin Kızılbaş'ın adlarını içeren defterler geldi. Selim Han, hepsinin öldürülmesine ferman çıkarttılar.” Bu ferman sonucu insanlıktan nasibini almamış caniler harekete geçti ve defterlere yazılmış olan bütün Alevileri katlettiler. Bu katliam, İdris-i Bitlisinin yazdığı Selim Şah-Name adli kitapta (ki bu kitap Türkiye Kültür Bakanlığı tarafından 2001 yılında yayınlanmıştır) şöyle geçiyor: “Sultan Selim Han, memleketin sınırını bu müfsit (fesat koyan, bozguncu) ve inançsızlardan temizlemek için önce komutan ve idarecilere itaat edilmesi gereken bir emir gönderdi. Her şehir ve köydeki eskiden inançsız taifeye bağlı olanların isimleri araştırılıp; ömrünü dalaletle geçirmiş, buluğa çağına ermiş ve ermemiş gençler ile yaşlıların tamamı, teferruatlı olarak kırk bini geçkin (aşkın) kişiyi zapt edip (kaydedip) padişaha bildirdi. Sultan, hepsinin katledilmesini emretti. Sultanın Edirnede bulunduğu o kış Rumeli ve Anadoluda kadın, çocuk ve kadınların ceninlerinden başka o cemaatten hiç kimse hayatta kalmadı.”
Yavuz tiranı ve onun gibi kana doymak bilmez canileri tarafından bütün suçları Alevi olmak olan 40 bin mazlum ve mahzun Alevinin katledilmesinden sonra sıra gelmişti Safevi devletini yok etmeye. Yavuz Selim, 1514 yılının mart ayında yüz binlerce kişilik ordusuyla bu iğrenç amacını gerçekleştirmek için Edirne'den yola çıktı (Osmanlı kaynaklarında Osmanlı askeri sayısı 100 bin olarak, Safevi savaşçıları ise 40 bin civarında olarak geçiyor. Ancak bağımsız kaynaklar Osmanlı askerinin sayısını 140.000 ve 200.000 civarında olduğunu, Safevi kuvvetlerininde 60.000 civarında olduğunu yazıyor).
Alevilerin ve Alevilerin şahsında insanlığın kaderine etki eden bu savaşı bütün detaylarıyla anlatmak ebetteki imkansız. Bizlerin yapmaya çalıştığı kaba hatlarıyla bazı doğruları bilince çıkarmaktır. Sonuç olarak kısaca şunları söyleyebiliriz:
24.08.1514 tarihinde savaş başladı. Savaşın ilk aşamalarında Safevi ordusunun yiğit askerleri Osmanlı ordusuna büyük kayıplar verdirdiler. İnsanlık tarihinin tanık olduğu ender kahramanlıkları göstererek, zerre kadara tereddüt etmeden adeta ölümün üzerine yürüdüler. Safevi ordusunun fedakar askerleri inançla savaşıyor ve bu savaştan galip geldikleri taktirde sadece kendilerinin değil, aynı zamanda dünyanında kaderine önemli ölçüde etki edecek sonuçlar getireceğini biliyorlardı.
Bu bilinç ve inançla savaşıyorlardı. Buna karşın Osmanlı ordusunun askerleri ise daha önceden aldıkları paraların gereğini yapıyorlardı.
Birisi çeşitli çıkarlar sonucu savaşıyor, diğeri ise toplumunun yaşam hakkı için ve toplumunun şahsında insanlığın daha güzel geleceği için savaşıyordu.
Safeviler yer yüzünde Alevilerin yaşam hakkının garanti altına alınması için savaşıyor ve bu Safevi ordusuna meşrutiyet kazandırıyordu. Çünkü Şah İsmail bu savaşın meydana gelmemesi için elinden gelen gayreti göstermiş ama Osmanlı devleti ne yazık ki hiç bir barış teklifini kabul etmemiştir. Bunların sonucunda Osmanlı yüz binlerce kişilik orduyla Safevi devletinin içlerine kadar gelmiş ve bu noktada Safeviler meşru savunma konumunda olarak, yaşam haklarına saygının bir gereği olarak savaşmak durumunda kalmışlardır. Öz itibariyle barışçıl bir inanç olan Alevilik ve bu inancın mensupları asla talancı ve savaşçı bir toplum olmamışlardır. Bu noktanın bilinmesi gerekiyor. Safeviler Osmanlıyla bir savaşa taraftar değildirler. Osmanlıyla değil, kendi yaşam haklarına müdahale edilmediği müddetçe hiç bir devletle, çevreyle savaşma yanlısı değildir. Alevilik inancı, temel insan hakkı olan meşru savunma dışında hiç bir çatışmayı, savaşı, kavgayı kabul etmez.
Savaş öncesi Osmanlı devleti kendi kaynaklarına göre tek suçları Alevi olmak olan kırk bin insanı kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden katletmiştir. Osmanlının hedefi Safevi devletinin varlığına son vermekti. Bunun için bütün olanaklarını kullanarak özel birlikler oluşturmuş, hiç bir maddi hesap kaybı yapmadan en son silahları teçhizatına dahil etmiştir. Belkide hiç bir düşmana karşı bu denli büyük bir hazırlık yapmamıştır Osmanlı.
Yok etmek, yer yüzünden silmek maksadıyla gelen bir orduya karşı direnmek en meşru ve temel haktır.
Savaşın başladığı anlarda haklı ve meşru olan, tek amaçları yaşam haklarını savunmak olan Safevi ordusunun erleri Osmanlıya büyük kayıplar verdirmişlerdir. Ancak oldukça deneyimli olan ve çoğu profesyonel asker diyebileceğimiz kişilerden oluşan, yıllardır savaş yöneten kurmaylara sahip olan ve sayı olarak da Safevilerin en az iki katı olan Osmanlı ordusu, aldığı ilk darbelerin etkisi geçtikten sonra toparlanmış ve en önemlisi de Osmanlı tarihinde ilk defa top ve tüfek kullanmıştır. O dönemin en modern silahları olan top ve tüfeklere karşı Safevi ordusu kılıç ve okla karşı koymaya çalışmıştır. Böylesi şartlarda, düşmanınız sayı olarak sizin iki katınız ve teknik olarak sizden çok çok ileride bir konumdaysa, savaşı kaybetmeniz kaçınılmazdır.
Sonuçta Safeviler yenilmiş, Osmanlılar ise tarihsel bir zafer elde etmişlerdir. Bu zaferin sarhoşluğuyla daha sonraki süreçlerde de Osmanlı bir çok bölgeyi talan ve işgal etmiştir.
Çaldıranda Osmanlı devletine ağır kayıplar verdirerek yenilen Safevilerin yenilgisi bütün Alevilerin yenilgisi olmuştur. Çaldıranda yüreklerini, inançlarını ve bedenlerini Osmanlının yakıcı toplarına siper eden, “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” diyerek şehadet şerbetini içen tüm canların ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Kaynaklar:
Lütfi Kaleli, Şah Hatayi ve Pir Sultan, Alevi Yayınları
İsmail Onarlı, Şah İsmail, Can Yayınları
Temel Britannica
|