Uykusuzluk, Korkular
Remzi Kaptan
remzi.kaptan@yahoo.com
Günler var ki uyuyamıyordu. Uyumanın ne kadar önemli olduğunu, uyumamanın belli bir sıkıntının, psikolojik ve bedensel bir rahatsızlığın habercisi olduğunun bilincindeydi. Çünkü uyumak neredeyse ömrün üçte birlik kısmına tekabül ediyor. Her sağlıklı insan ömrünün üçte birlik kısmını uyuyarak geçiriyor, geçirmek zorunda. Geçmişte ve günümüzdeki denge böyle. İnsanın psikolojik yapısına da etki eden beden sağlığının korunması buna bağlı. Eğer uyumamak süreklileşiyorsa ve gittikçe uyku ile uyanıklık arası bir durum günün yirmi dört saati yaşanıyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir.
Ortada ciddi bir sorun olduğunun bilincinde olan ve günlerdir uyku sorunu yaşayan Bedri, bu sorunu onun bilincini karartacak, geçmişini unutturacak, hareket kabiliyetini kısıtlayacak olan ilaçlar verecek olan hekimlere başvurmadan, kendi iradesi, bilinci, yüreği ile çözecekti. Başka yolu yoktu. Ya ömür boyu aptallaştırıcı etkisi olan, yarı ölü bir şekilde ömürünün geri kalan kısmını yaşamasını öneren doktorlara, ilaçlara bağlı olarak yaşayacaktı, ya bütün ömrünü korkularla, başarısızlıklarla, yetmezliklerle, mağlubiyetlerle, yoksunluklarla, yoklukla yaşayacaktı, yada kendi iradesini ve bilincini kullanarak, inanç değerlerine daha bir bağlanarak bu zorlu süreci kendi lehine bir kazanca çevirecekti. Bir yol ayrımındaydı. Ya daha bir gelişerek anlamlı ve mutlu bir hayat yaşayacaktı, yada sadece bedeni yaşayan, hayvanlardan bile aşağı bir durumda, bitkilere has bitkisel bir hayatı yaşayacaktı. Karar zamanıydı. Zaman daralabildiği kadar daralmış, karar anı çoktan gelmişti.
Bütün yari uyanık uykulu hallerine rağmen, yüreğinde, beyninde bin bir korkuya rağmen bunların bilincindeydi Bedri. Bilincinde olmak elbette ki kolay karar verileceği veya alınan kararların yüzde yüz uygulanacağı anlamını taşımıyordu.
Bir karar almak ve bu kararı sonuna kadar, hedeflenen menzile gidene kadar sürdürmek, bazı temel güçlerin olmasını gerektiriyor. Bedri, zaman zaman düşündüğünde bu temel güçlerden ne kadar yoksun olduğunun farkındaydı. Yüreğindeki korkuların haddi hesabı yoktu. Öyle çoktu ki bu korkular, öyle üstüne geliyorlardı ki Bedrinin, çıldırmamak içten bile değildi.
Elbette bu korkular yalnızca Bedride yoktu. Bedri ile aynı inançsal ve kültürel değerleri paylaşanların çoğunluğunda vardı. Ancak bu çoğunluktaki bazıları korkularını yok saymayı, veya korkularına teslim olarak silik bir yaşam sürmeyi, anlamından çok çok uzak bir yaşam sürmeyi bir şekilde başarmışlardı. Bedri gibi azınlıkta olan, yaşamı gerçek anlamıyla yani mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamayı hedefleyenlerse korkuların üzerine gidip bu korkuları Bedrilerin yüreğine, beynine işleyenlerden hesap sormayı ve korkulardan arındırılmış bir yaşam yaşamayı isteyenlerse her zaman bıçak sırtı bir yolda yürüyorlardı. Zorluklarla, tehlikelerle, ölüm ve kalımın an meselesi olduğu anlarda yaşıyorlardı. Bu uykusuzlukta işte bu savaşların neticesinde oluşmamış mıydı?
Bedri, mücadele edecekti. Elindeki her imkanla yolunu sürdürecekti. Karanlıktan aydınlığa çıkacaktı, yokluklardan ve yoksunluklardan doyuma ulaşacaktı, korkularını alt edecekti. Korkuların esiri olarak yaşamayı birileri kabullenmiş olabilir, ama Bedri kabullenmeyecekti. Çünkü Bedrinin korkuları ve korkular sonucu gelişen yenilgilere, başarısızlıklara artık tahammülü yoktu.
Bedrinin bütün bu zorlu savaşları vermesi için çokça malzemesi yoktu. Hatta neredeyse -savaş gibi algılarsak- Bedrinin mücadelesinde hiç bir silahı yoktu. Karşısındaki düşman en modern savaş araçlarıyla, teçhizatla donatılmıştı. Buna karşın Bedri ise yüreğini ortaya koyacaktı. Birde Bedri adına sahip olmanın bilincini.
Bedri ismini ona babası vermişti. Bedrettin isminin kısaltılmış haliydi Bedri. Bedrettin ise, (ne garip tesadüftür ki?!) Bedrinin şu an yaşadığı zorlukları, çıkmazları, korkuları aşmış ve bunların yer kürede bir daha yaşanmaması için, bütün insanların eşit ve özgür bir şekilde, yaşamı anlamlı bir şekilde yaşamaları için hayatını ortaya koymuş olan Şeyh Bedrettin'den başkası değildir.
Bedri, ismini aldığı o yüce şahsiyeti düşünüyordu. Düşünürken hicap duyuyordu. En çok da Şeyh Bedrettin'den utanıyordu. Onun adını taşıyordu. Ama onun yürüttüğü mücadelenin, verdiği çabanın, sahip olduğu bilincin binde birine bile sahip değildi. Oysa ne zengin bir mirastır Şeyh Bedrettin'in mirası. Ama Bedri ve Bedri gibi daha niceleri bu mirasın farkında değillerdi. Farkında olsalardı bunca korkuyla, yılgınlıkla, her nefeste alınan yenilgilerle yaşamazlardı.
Bedri, birazda tereddütle, utanarak daha çok Şeyh Bedrettin üzerine düşünmeye çalışıyordu. Şeyh Bedrettin hakkında babası ona yıllarca bilgi vermiş, düşüncelerini, yaşamını, şehadetini defalarca anlatmıştı. O zamanlar pek de dikkat etmemişti bunlara. Şimdi daha iyi anlıyordu. Babası, Bedri farkında olmasa da onu hep aslında korkularının nasıl üstüne gideceğini, yenilgileri nasıl zafere çevireceğini, zayıflıkları nasıl güçlendireceğini öğretmişti.
Bu basit ve yalın gerçeği görmesi, kavraması için bunca yenilgi, korku, iradesizlik yaşaması gerekmiyordu. “Demek ki şimdi görmem gerekiyormuş” dedi Bedri. Daha önceden bazı yalın gerçekleri, örneğin korkularının üzerine gitmeyi, olaylara daha olumlu bakmayı, yılmadan mücadele etmeyi görseydi; yaşadığı bunca olumsuzluğu yaşamazdı. Babasının Şeyh Bedrettin hakkında anlatıklarının binde birini dahi bilincine çıkarsaydı yine sonuç bu denli olumsuz olmazdı.
Günlerdir yüreğinde korkularla, kalbinde ağrılarla, uykusuzluklarla yaşayan Bedri, nihayet kendi gerçeğine döndüğünü his ediyordu. Bu his ediş onun salt bedenini değil, bir bütün olarak ruhunu da, duygularını da, düşüncelerini de etkisi altına almıştı. Kelimelerin anlatmak da, tanımlamak da yetersiz kaldığı bir duygu ve düşünce boşalımı, rahatlaması yaşıyordu. Öyle hafif, güçlü, yıkılmaz, direngen, mutlu, umutlu, olumlu his ediyordu ki kendini, kelimeler yetersiz kalıyordu bu ruh halini tarif etmeye. Bu ruh halini yaşarken adeta zaman ötesi yolculuğa çıkıyor, Şeyh Bedrettin'in kimliğiyle bütünleşiyordu.
O yoğunlaşma, kendi gerçeğiyle buluşma tefekküründen sonra (Bedri buna Şeyh Bedrettinleşme diyordu) bir daha asla yüreğine ve duygularına, düşünce ve davranışlarına korkuların hakim olmasına izin vermedi.
|